top of page

CİNSİYET ROLLERİ VE EŞCİNSELLİK

lgbt yaş

Eşcinsel duyguların yetişme tarzına bağlı olduğunu bize farklı bilimsel araştırmalarla kanıtlanan şu gerçek de gösteriyor: Eşcinsel çiftler tarafından sahiplenilen üvey evlatların eşcinsel olma ihtimali heteroseksüel çiftlerde yetişen kişilere göre daha yüksek. Mesela lezbiyen bir çiftte yetişen bir kız çocuğunun eşcinsel/biseksüel olma ihtimali 50%’lere kadar çıkabiliyor.[8] Eşcinsel çiftler çocuklarını başka yerlerden sahipleniyorlar ve çocuklarıyla aralarında hiçbir genetik benzerlik yok. Buna rağmen bu çocuklar eşcinsel bir çiftin normlarına şahit olarak büyüdüklerinden dolayı kendileri de zamanla eşcinsel duygular beslemeye başlıyor.

Cinsel yönelimin insanın hayatı boyunca sabit olmadığı, bir insanın hayatının farklı dönemlerinde değişken psikolojisinin etkisiyle farklı cinsel yönelimlere sahip olabildiği malumdur. Başlangıçta eşcinsel değilken sonradan eşcinsel olan veya başlangıçta eşcinselken sonradan heteroseksüel olan pek çok insan var. Bu da bize gösteriyor ki hiç kimse eşcinsel olarak doğmaz, psikolojilerinin etkisi onları bu duygulara yönlendirir.

Eşcinselliğin genetik olmadığının, insanların eşcinsel olarak doğmadığının daha büyük bir kanıtı ise böyle bir genin var olsa bile gelecek nesillere aktarılmasının imkânsız olmasıdır. Eşcinseller karşı cinsle ilişki içinde olup çocuk yapmadıklarından dolayı genlerini gelecek nesillere aktaramazlar, bu yüzden eşcinselliğe sebep olan bir gen varsa bile bu gelecek nesillere ulaşamayacağından yok olup gider. Yani insanın karşı cinse ilgi duymasına engel olan ve üreme yeteneğini sıfıra indiren bir genetik faktör olsaydı bu, doğal seçilim sonucu milyonlarca kez elenirdi. Şimdi peygamberimizin bize bildirdiği kıyamet alametlerinden olan eşcinselliğin Batı toplumlarında neden bu denli arttığının tahlillerini yapalım:

1-) İnsan beyni içinde yaşadığı toplumun normlarından ister istemez etkilenir; mesela mavinin erkeği, pembenin de kadını temsil ettiği bir toplumda büyüyen insan ister istemez pembe olan her şeyi kadınsı, mavi olan her şeyi erkeksi algılamaya başlar, pembe giyen erkekleri garipser. Tıpkı bunun gibi eşcinselliğin normal olarak görüldüğü ve aşikâr olduğu toplumlarda beynin eşcinsel duygular beslemesi olasıdır çünkü beyin de bunu doğal bir şey olarak algılar, eşcinselliğin kötü görüldüğü ve hiç gündemde olmadığı toplumlarda ise beyin bu tip ilişkileri kötü ve anormal olarak algıladığından kişi böyle bir istek duymaz. Beyindeki algılar ve refleksler bir dereceye kadar insanın yaşadığı toplumun genel kanılarına ve değer yargılarına göre şekillenir. Mesela Kuran eşcinselliğin ilk defa Lut kavmi ile ortaya çıktığını söyler, o güne kadar eşcinsellik diye bir norm olmadığından kimse böyle bir istek duymamıştır. Lut kavminde ise hemen hemen bütün erkekler eşcinsel olmuştur çünkü o toplumun değer yargıları beyni bu tip istek duymaya itecek şekildedir. Burada tarifi yapılan olgunun psikolojideki ismi “sosyal öğrenme”dir. Mesela bitkilerin zehirli olma riskinden korunmak için insanların fıtraten sebze sevmediği düşünülmektedir, bu yüzdendir ki çocukların hemen hemen hiçbiri sebze sevmez. Peki, fıtratımızda olan bu nefreti büyüdükçe nasıl aşıyor ve ilerleyen yaşlarda sebze yemeyi sevmeye başlıyoruz? Bunun cevabını konuyla ilgili bir makaleden alıntılayalım: “İçimizdeki acı nefretini nasıl aşıp sebzeleri yemeye, hatta bundan zevk almaya başlıyoruz? Temelde bunu sebze yiyerek aşıyoruz. Faktörlerden birisi sosyal öğrenme ile alakalı: Küçükken sebzeden nefret ediyoruz, zamanla çevremizde yetişkinlerin sebze yediğini görüyoruz, yetişkin olduğumuzda biz de onlar gibi sebze sevmeyi öğrenmiş oluyoruz. [9] Şimdi aynı mantığı eşcinsellik için uygulayalım: Bütün insanlar fıtraten eşcinselliğe karşı bir tiksinti ile doğuyor, lâkin zamanla yetişkinlerin eşcinsel ilişkiye girdiğini gördükçe sosyal öğrenme sonucu bu ilişki biçimini sevmeye başlıyorlar.

Sonuç olarak eşcinselliğin bulaşıcı olduğunu söyleyebiliriz, bir toplumda eşcinsellik ne kadar yaygınlaşırsa ve bireyler ne kadar eşcinselliğe şahit olursa yeni neslin bunu normal algılayıp eşcinsel istek beslemeleri ihtimali o kadar artar. Bu yüzden Batı toplumlarında eşcinsellik Doğu toplumlarına göre daha yaygındır. Bunun çözümü ise eşcinsellik hastalığını beslemek değil, tam tersine kökünden yok ederek yeni nesillere bulaşmasını engellemektir.

2-) Neden bazı insanların en sevdiği renk maviyken bazı insanların en sevdiği renk kırmızıdır? Neden bazı insanlar kedileri severken bazıları köpekleri tercih eder? Neden bazı insanlar elmayı çok severken bazıları portakalı çok sever? Neden bazı insanlar esmerlerden hoşlanırken bazıları sarışınlardan hoşlanır? Bütün bu farklılıkların kaynağını insanların genlerindeki farklılıklarda aramak doğru değildir, zira tercihlerimizdeki farklılıkların temel kaynağı psikolojiktir ve yaşadığımız tecrübeler tarafından şekillenir. Beynimiz, yaşadığımız her olayı bilinçaltına kaydeder ve yeni gelişen olaylara karşı hislerimiz, istemsizce bilinçaltındaki verilerden çekip alınır. Mesela köpek saldırısına uğramış bir insanın bilinçaltında, “Köpekler tehlikeli hayvanlardır” yargısı oluşur ve o saatten sonra köpeklere karşı istemsizce olumsuz bir hissiyat besler. Bu hissiyat dolaylı olarak da oluşabilir. Mesela bir at tarafından yaralanmış bir insanın bilinçaltında “Büyük hayvanlar tehlikelidir” şeklinde bir yargı oluşur, bu yargı “Köpekler büyük hayvanlardır” algısı ile birleştiğinde istemsizce bir köpek nefreti oluşturabilir. Kendi hayatımdan bir örnek verecek olursam ben küçükken bir hayvanın kasap tarafından kesilmesine şahit olmuştum ve bu beni çok rahatsız etmişti. O günün akşamı aynı kasaptan satın aldığımız ciğeri yedim ve bu iki durumu bilinçaltımda eşleştirdiğim için o günden beri bende ciğere karşı tiksinti oluştu. Küçükken yaşadığım bu hadise yüzünden hâlâ bırakın ciğer yemeyi, ciğerin kokusuna bile tahammül edemiyorum. Gördüğümüz gibi mazide yaşadığımız olaylar bilinçaltımızı, bilinçaltımız ise hissiyatımızı kuvvetli şekilde etkileyebiliyor. Pek çok kez bu olayları hatırlamıyoruz bile, sadece bilinçaltımızda bıraktıkları izleri tecrübe edebiliyoruz. Hâl böyle iken pek çok insanın eşcinsel olma sebebinin geçmişte yaşadıkları ve bilinçaltlarına istemsizce işlenen olaylar olduğunu düşünmeden edemiyorum.

3-) Batı toplumlarında insanlara eşcinsellik güzel ve çekici olarak lanse ediliyor. Hemen hemen her Batılı dizide gay bir karakter insanlara iyi bir örnek olarak sunuluyor. Kadın bedeninin her sektörde teşhir edilip yüceltilmesi lezbiyen dürtülere katkı sağlıyor (Unutmayın ki Antik Yunanda gayliğin çok yaygın olmasının en önemli sebeplerinden birisi de erkek bedeninin teşhir edilip yüceltilmesiydi.) Özellikle pornografi sektörü eşcinselliği ve ensest ilişkiyi herkesin denemesi gereken deneyimler olarak yansıtıyor.  Bir insan normalde karşı cinsten olan öz kardeşine karşı bir cinsel istek beslemez. Ancak o kişiye sürekli kardeşinin cinsel yönünden bahsedilse, onunla yaşayabileceği ilişkiler paklana paklana anlatılsa ve sürekli başka insanların buna benzer tecrübelerinden bahsedilse en sonunda kardeşine karşı hisleri değişmez mi? Bir süre sonra illâ ki değişir, normalde tamamen kardeşi gibi gördüğü bu kişiye cinsel yönden de bakmaya başlar. İşte Batı’da yapılan tam anlamıyla budur. Eşcinselliğin sürekli gündemde olması; medyada, okullarda, arkadaş ortamında sürekli bundan bahsedilmesi insanın ister istemez hemcinslerine bakışını değiştiriyor, normalde hiç cinsel yönden bakmayacağınız hemcinslerinizi bu yönden de değerlendirmeye başlayabiliyorsunuz. “Kadın-Erkek İlişkileri” bölümünde merak duygusunun insanları nasıl kötü şeylere yönlendirdiğinden ve bunun sonucunda insanların nasıl o şeye bağımlılık geliştirdiğinden bahsetmiştim. İnsanlar nasıl sigara, alkol, uyuşturucu, zina, kumar gibi kötü şeyleri ilk defa merak sonucu deneyip bunun sonucunda bağımlı oluyorlarsa eşcinsellik de aynı bunun gibidir. Batı toplumlarının sürekli eşcinselliği gündemde tutması insanların eşcinsel tecrübenin nasıl bir his olduğunu merak etmesine sebep oluyor. Merak sonucu bu yanlışı bir defa yapan insanlar zamanla buna karşı bağımlılık geliştiriyor, zihinlerinde bu bağımlılığın esiri oluyor.

4-) Eşcinsellik dürtülerine benzer bir örnek olarak salgın hastalıklar zamanında insan psikolojisinin tepkilerini gösterebiliriz. Ülkede yaygın bir salgın hastalık olduğunda bu hastalık ve hastalığın belirtileri gündemde çok yoğun bir yer tutar; internet ve televizyon gibi iletişim araçları sürekli bu salgın hastalıktan bahseder. Bu yoğun gündeme mütemadiyen maruz kalan pek çok insan ise aslında hastalığa yakalanmadıkları hâlde sürekli “acaba ben de hasta mıyım?” diye düşündükleri için hastalığın belirtilerini (semptomlarını) kendi kendilerine geliştirmeye başlarlar. Bu belirtiler kesinlikle virüs kaynaklı değildir, insanın psikolojik olarak hastalıkla takıntılı olmasının vücutta yarattığı bir tezahürdür. İnsan vücudunun tepkilerinin insan psikolojisiyle çok derin şekilde bağlantılı olduğu aşikârdır, sağlıklı bir insan bile sürekli olarak hasta olduğunu düşünürse beyin kendi kendine bir hastalık simülasyonu yaratır ve kişi kendisini gerçekten hasta hisseder. Eşcinsellikte de vaziyet buna benzemektedir. Eşcinselliğin sürekli gündemde olması ve sürekli insanların gözüne sokulması, insanlarda “Acaba ben de eşcinsel miyim?” şüphesi yaratır. İnsan psikolojisini etkileyen bu şüphenin etkisi bir süre sonra bedene de sirayet eder ve beyin gerçekten eşcinsel dürtüler oluşturmaya başlar. Bu psikolojiyi engellemek için en güzel ve en kolay çözüm eşcinselliğin gündemde olmasını ve normalleştirilmesini engellemektir.

5-) Batı toplumlarında feminizmin etkisiyle cinsiyet özelliklerinin yok olması, kadınların erkekleşip erkeklerin de kadınlaşması eşcinsellikteki artışın başlıca faktörlerindendir. Kadın ve erkek arasındaki fark ne kadar az, kadınlık ve erkeklik arasındaki çizgi ne kadar belirsiz olursa bu iki cinsiyetin birbirine duyduğu çekim de o kadar az olur. İslam bu konuda çok hassastır, kadın ve erkeğin hem sosyal alanda hem de fiziksel olarak birbirine benzemesine kesinlikle karşı çıkar. Örneğin sırf bu sebepten dolayı İslam’da erkeğin kadına benzememek için sakal bırakması önerilmişken Batı’da sakal bırakmak hoş karşılanmamaktadır. Erkekler kendilerini seven, namuslu, sahiplenebilecekleri ve kendilerine itaat eden kadınlardan çok hoşlanırlar; kadınlar ise kendilerini koruyan, sadık ve erkeksi erkeklerden hoşlanırlar. Günümüz Batı toplumlarında bütün bu özellikler kötü görülüp yok olduğundan artık cinsiyet özelliği diye bir şey kalmamış, bu yüzden kendilerinde var olmayan karşı cinse ait özellikleri çekici bulan cinsiyetler artık birbirlerini çekici bulmamaya başlamıştır. Müslümanların kimyası feminizm tarafından bozulmadığı için çekici özelliklerini hâlâ koruyabiliyorlar. Bundan dolayıdır ki Batılı toplumlarda alçakgönüllü, namuslu, terbiyeli ve erkeklerine bağlı Müslüman kadınlar Batılı erkeklerin daha çok ilgisini çekiyor; eşlerine sadık, olgun, erkeksi ve aile adamı olan Müslüman erkekler ise Batılı kadınların daha çok ilgisini çekiyor.

Aslında bakarsak eşcinselliğin yaygınlaşmasını yaratan olaylar zincirinin başı şüphesiz ki kadın ve erkeğin hukuki olarak eşit hâle getirilmesidir. İlk önce kadın ve erkeği hukuki olarak ayıran bütün düzenlemeler yok edildi. Hak ve sorumluluklardaki bu eşitlik zamanla cinsiyet kavramının külliyen sorgulanmasına, cinsiyet diye bir şeyin varlığın reddedilmesine yol açtı. Cinsiyet kavramının külliyen reddedilmesi de kaçınılmaz olarak karşı cinse ilgi duyma normunu yerle bir etti; zira madem cinsiyet diye bir şey yok, o zaman neden insan kendisini sadece belirli bir kitleye ilgi duymak zorunda hissetsin? Batı’da yaşanan bu domino etkisi gerçekten İslam’ın kadın ve erkeğe farklı haklar ve görevler vermesinin ne kadar isabetli olduğunu gösteriyor. İslam dini kurduğu düzen ile eşcinselliğe temelden proaktif bir çözüm getirdi, bu yüzdendir ki 1400 yıl boyunca İslam topraklarında eşcinsellik ciddi bir sorun teşkil etmedi.

6-) Batı toplumu sürekli insanlara farklı olmayı, asi ruhlu olmayı öğütler durur. Sürekli farklılıkları öne çıkarmayı seven Batı toplumunda birçok insan sırf dikkat çekmek ve daha popüler olmak için kendini farklı yapmaya çalışır, aşırı uç akımların peşinden gider. Eşcinsel/Biseksüel/Transeksüel olan birçok kişi bu psikoloji ile hareket etmektedir. Bu insanlar eşcinselliği seçerek kendilerini daha özel, daha asi ve daha popüler hissetmektedirler. Bugün Amerika’da bir üniversiteye başvuru yaptığınızda eşcinsel olmanız size avantajdır, eşcinsel olduğunuz zaman üniversiteye kabul edilme ihtimaliniz yükselir çünkü eşcinseller “herkes gibi değildir”, farklıdır. Bu saçma sapan zihniyet gayet tabî olarak insanları LGBT gibi sapık akımlara itmektedir. Tıpkı bunun gibi türünü değiştirip kendisini timsah, köpek, salatalık gibi şeyler olarak tanımlayan Batılı insanların da bunu yapma sebebi dikkat çekmeye çalışmaktan başka bir şey değildir.

7-) LGBT Batı medeniyetinin bir yapıtaşı olduğu için bizim gibi Batı özentisi milletlerde LGBT’li olmak daha çok Batılı ve modern olmak şeklinde algılanabiliyor, o yüzden Batı özentisi insanlarımız “modern” olduklarını göstermek için bu akıma meyledebiliyor. Şimdi kendinize samimi şekilde sorun: Eğer eşcinsellik Batıda değil de Ortadoğu topraklarında yaygın olsaydı bu akıma karşı bakışımız aynı mı olurdu? Tabi ki hayır! Medya, bu eğilimi geri Ortadoğu milletlerinin iğrenç adetlerinden birisi olarak gösterirdi ve toplumun çoğunluğunun algısı bu yönde olurdu. Bu durumda, şimdi kendisini eşcinsel olarak tanımlayan pek çok insan bu akıma hiçbir zaman meyletmemiş olur, bilakis bu eğilimi geri kalmış insanların iğrenç bir adeti olarak görüp bundan nefret ederdi.

8-) İnsanlar kelimelerle düşündüklerinden dolayı konuştukları dilin bilinçaltıları üzerindeki etkisi çok büyüktür. Bunu çok az kişi fark etse de cinselliği tarif etmek için kullandığımız kelimelerin uzun vadede bizi eşcinselliği yönlendirmede ciddi bir katkısı var. Yakın zamanda İngilizceden cinsellikle alakalı dilimize pek çok kelime geçti: Homoseksüel (Bunu eşcinsel şeklinde Türkçeleştirdik), biseksüel, transseksüel, heteroromantik, homoromantik, biromantik, travesti, gay, lezbiyen vs… İngilizceden aldığımız heteroseksüel, biseksüel, homoseksüel gibi kelimeler sanki bütün bu eğilimlerin eşit derecede normal olduğu izlenimini zihnimizde uyandırıyor. Hatta heteroseksüel kelimesi bile iğrenç bir kelime, zira bu kelimeyi kullanmak zihnimizde sanki bu eğilimin alternatifleri varmış izlenimini yaratıyor. Bizim Türkçemizde ise cinsiyetleri belirtmek için sadece iki kelime var: kadın ve erkek. Ecdadımız bu kadar basit bir meseleyi boşu boşuna karmaşıklaştırmamış, gereksiz yere uyduruk kelimeler türetmemiş, bu basit normun dışına çıkan her şeyi “sapıklık” kelimesiyle adlandırmış. Konuştuğumuz dilde karşılığı olmayan bir kavramı tasavvur etmemiz, hatta ve hatta o kavrama ilgi duymamız çok zor. Mesela eğer Türkçeye köpeklere karşı duyulan cinsel ilgiyi ifade eden “köpekseksüel” diye bir kelime girip yaygın olarak kullanılsaydı emin olun köpeklere ilgi duyan çok fazla insan çıkardı, çünkü bu kelime sayesinde köpeklere ilgi duyma olgusu insanların zihnine bir norm olarak yerleşmiş olurdu. Bundan sonra hepimiz dilimize İngilizceden geçen bu fuzuli kelimeleri kullanmamaya ve dilimizi bu kelimelerden arındırmaya çalışalım.

9-) Karşı cins ile çok kötü bir tecrübe yaşamış bir insan sırf bu yüzden karşı cinsin bütün bireylerine karşı kin besleyebiliyor, hatta bazı istisnai durumlarda bu kin onu kendi cinsine yönelmeye itebiliyor. Bu eğilim bilhassa zekâ seviyesi düşük olan kadınlar arasında popüler. Bir insanın eşcinsel olmayı arzulayıp kendini eşcinsel olmaya zorlaması şüphesiz sapıklığın en aşağılık seviyesidir.

LGBT destekçisi pek çok insanın temel argümanlarından birisi de eşcinsel olmanın bir tercih olmadığı, bu yüzden eşcinsel bir insanın kendi elinde olmayan bu yöneliminden dolayı suçlanmaması gerektiğidir. Şu bir gerçek ki eşcinsel dürtülerin tek sorumlusu olarak bu dürtülere sahip olan bireyi gösteremeyiz çünkü bu durumda pek çok farklı parametre etki sahibidir, lâkin bu durumu tamamen kişinin tercihi dışında olarak görüp bireyin hiçbir sorumluluğu olmadığını iddia etmek de pek makul bir yaklaşım değil. Burada karşımıza şu soru çıkıyor: Bir insanın duygu ve dürtüleri tamamen kendisinden bağımsız bir şekilde mi ortaya çıkıyor? Tabi ki de hayır, bir insan duygu ve dürtülerini kendi fiilleriyle belli bir dereceye kadar değiştirebilir. Mesela herkeste zengin olma ve rahat bir hayat yaşama isteği vardır. Bu isteğe sahip olan bir kişi sürekli olarak zengin insanların lüks hayatlarını takip etse, lüksü teşvik eden yayınları izlese zengin olma isteği tabi olarak artar, hatta belki de korkunç bir hırsa dönüşür. Aynı insan fakir ailelerle zaman geçirip fakir hayatlara şahit olsa zengin olma isteği zamanla körelir, hâline şükretmeye ve elindekiyle yetinmeyi öğrenmeye başlar. Peki birinci misaldeki insan, “Ben zengin olmayı ve rahat bir hayat yaşamayı ortalama bir insana göre daha fazla istiyorum, bu isteğe sahip olmak benim tercihim olmadığı için zengin olmak için gayrimeşru yollara başvurmamda beis yoktur” gibi bir laf etse bunun elle tutulur bir yanı olur mu? Bir insan içindeki bir dürtünün veya duygunun üzerine gider ve onu beslerse o dürtüyü kendisini esir edecek kadar büyütebilir. Aynı insan o dürtü veya duyguyla mücadele edip dürtüsünü kamçılayan şeylerden uzak durursa o dürtüyü yok olma seviyesine indirebilir. İslam dini eşcinsellik dürtüsüne engel olmak için bireysel ve toplumsal pek çok kural getirmiştir, bu kurallara uymayan insanlar ve toplumlar eşcinselliği tercih etmeseler bile eşcinsel olma ihtimallerini arttırdıkları için suçlu pozisyona düşmektedirler. Bir kişi araba kullanırken hiçbir trafik kuralına uymasa ve en sonunda kaza yapsa, bu kazayı istemeden yaptığı için suçsuz sayılır mı? Eğer böyle olsaydı hiçbir trafik kazasında suçlu olmazdı çünkü hiç kimse bilerek ve isteyerek kaza yapmaz.

Bazı insanların fıtraten eşcinselliğe daha meyilli olduğunu iddiasını kabul etsek bile bu eşcinsel ilişkiyi onlar için daha meşru kılmaz. Erkekler fıtraten kadınlara göre şiddete daha eğilimli olduğu hâlde hukuk sistemi, erkeklerin şiddet içerikli suç işlemesini fıtratlarından dolayı mazur görüp şiddet suçlarında erkeklere kadınlardan daha az ceza vermiyor. Veyahut erkekler fıtraten cinselliğe ve çok eşliliğe kadınlardan daha meyilli olduğu hâlde hukuk sistemi, karısını aldatan bir erkeğe yaptığı şeyi fıtratından dolayı mazur görüp kocasını aldatan bir kadına verdiği cezadan daha az bir ceza vermiyor. Tıpkı bunun gibi bazı insanların eşcinselliğe fıtraten daha meyilli olmaları onların eşcinsel ilişkiye girmelerini kanun önünde daha meşru kılamaz.

Peki, istemediği hâlde eşcinsel dürtülere sahip olan bir insan ne yapmalı? Öncelikle eşcinselliğin sebebinin fıtrat olmadığını bilmeli ve bundan dolayı Allah’ı suçlamamalı, bu hislerinin içinde yetiştiği toplumun etkisinden kaynaklandığının farkında olmalı. Yani dürtülerinden dolayı İslam’dan değil, bu dürtüleri kendisine enjekte eden Batı medeniyetinden nefret etmeli. Bundan da önemlisi eşcinsel dürtülere sahip olmanın haram olmadığını, bu dürtüleri fiiliyata dökmenin haram olduğunu bilmeli. Normal bir erkek evli olmadığı güzel kadınlara karşı ister istemez istek duyar, duyduğu bu istek kendi elinde olmadığından haram değildir. Haram olan şey bu isteğin peşinden gidip fiiliyata dökmek, yani zina yapmaktır. Eşcinsel bir kişinin vaziyeti de bundan farklı değildir. Eşcinsel bir kişi sırf bu dürtüler yüzünden suçluluk duygusu hissedip kendinden nefret etmemeli, bunun bir imtihan olduğunu ve eğer dürtülerini bastırabilirse Allah tarafından büyük bir mükâfata nail olacağını bilmeli. Bu demek oluyor ki eşcinsel dürtüler gibi kötü bir şey bile bir insanın Cennet’e girmesine vesile olabilir. Biz Müslümanların genellikle yaptığı bir yanlış bütün eşcinselleri tek bir kategoride değerlendirip hepsinden nefret etmektir; hâlbuki eşcinsel dürtülerinden rahatsız olup bunu bastırmaya çalışan bir eşcinsel, eşcinsel olmadığı hâlde eşcinselliği savunan bir insandan sonsuz derece daha üstündür.

İslamiyet kadın ve eşcinsel düşmanı bir din midir? Batı medyası tarafından yaratılan bu algının yanlışlığını bir misal ile açıklayalım. Çok çirkin olduğu için etrafındaki insanlar tarafından alay konusu olan bir kadını düşünelim. Bu kadını avutmak için birinci şahıs şöyle der: “Sen çirkin değilsin, sana çirkin diyenler yalan söylüyorlar.” İkincisi şahıs ise o kadını avutmak için şöyle der: “Sen gerçekten çirkinsin, lâkin çirkin olman senin suçun değil ve bunun alay konusu yapılması yanlış.” Çirkin kadın bu iki sözden hangisini daha çok beğenir? Birinci şahsın sözünü daha çok beğenir çünkü birinci şahsın sözü doğru olmamasına rağmen kadının nefsine hoş gelmektedir. İkinci şahsın sözü ise daha doğru olmasına rağmen kadın tarafından kabul edilmesi daha zordur. Bu misalde birinci şahsın çıkar uğruna yalan söylemekten çekinmeyen Batılıları temsil ettiği, ikinci şahsın ise kulağa hoş gelmese bile hakikati her şeyden üstün tutan Müslümanları temsil ettiği aşikârdır. Bu misalde ikinci şahsın çirkin kadına düşman olduğunu söyleyebilir miyiz? Tabi ki de hayır, ikinci şahıs çirkin kadının alay konusu olmasını yalan yoluyla değil aklî delillerle engellemeye çalışmaktadır. Batılılar, erkekler tarafından ezilen kadınları korumak için “Kadın ve erkek eşittir” yalanını ortaya atıyorlar; Müslümanlar ise erkeklerin kadınlardan güçlü yaratıldıklarını, ama bu güçlerini onları ezmek için değil, onları korumak için kullanmaları gerektiğini söylüyorlar. Batılılar, toplum tarafından dışlanılan eşcinselleri korumak için “eşcinsel ilişki de heteroseksüel ilişki kadar normaldir” yalanını ortaya atıyorlar; Müslümanlar ise eşcinselliğin psikolojik bir hastalık olduğunu, lâkin bu hastalığa yakalanan insanları dışlamak yerine bunlara yardım etmemiz gerektiğini söylüyorlar. İlk verdiğimiz misalde birinci şahsın sözünün çirkin kadına daha çekici gelmesi gibi bahsettiğimiz diğer durumlarda da Batılıların sözleri Müslümanların sözlerinden daha çekici gelebilir, lâkin önemli olan bir şeyin ne kadar çekici olmasından ziyade ne kadar doğru olmasıdır.

[1] Ali bin İbrahim el-Kummi “Tefsir-ul Kummi” C.2, S.303-307

[2] Zarya, Valentina. "The Percentage of Female CEOs in the Fortune 500 Drops to 4%."Fortune.com. Fortune, 07 June 2016. Web. 27 June 2017.

[3] Burkham et al. 2001; Cooper et al., 1996

[4] Ebû Dâvûd, Nikâh 42. Ayrıca bk. İbni Mâce, Nikâh 51

[5] "Survey Reveals Which European Country Cheats Most." The Huffington Post. TheHuffingtonPost.com, 3 Mar. 2014. Web. 07 Jan. 2017.

[6] “HIV and Gay and Bisexual Men.” AIDSinfo, U.S. Department of Health and Human Services, 5 Apr. 2018, aidsinfo.nih.gov/understanding-hiv-aids/fact-sheets/25/81/hiv-and-gay-and-bisexual-men.

[7] “Anal Sex Safety and Health Concerns.” WebMD, www.webmd.com/sex/anal-sex-health-concerns

[8] Schumm, Walter. “Children of Homosexuals More Apt to Be Homosexuals? A Reply to Morrison and to Cameron Based on an Examination of Multiple Sources of Data.” The National Center for Biotechnology Information, 20 July 2010, pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/20642872/.

[9] Romm, Cari. "The Complicated Reasons Why You Like Some Foods And Hate Others". The Cut, 2016, https://www.thecut.com/2016/05/the-complicated-reasons-why-you-like-some-foods-and-hate-others.html. Accessed 25 July 2021.

Günümüzde birçok Batı milletinin nesli tükenme noktasına gelmiş, özellikle genç nüfus çok azalmıştır. Batılı ülkeler artık sadece dışarıdan göçmen alarak ekonomilerinin canlı kalmasını sağlıyorlar. (Dışarıdan göçmen kabul etmek birçok sağcının inandığı gibi göçmenlere gösterilen bir merhamet değil, ekonominin canlı kalması için bir zorunluluktur) Yakında Avrupa ırklarının Avrupa’da bile azınlık hâle gelmesi bekleniyor. Peki, Batı medeniyeti neden böyle acınası bir hâle düştü? Bunun en önemli sebebi Batı’da aile kurumunun yok olma seviyesine gelmesidir. Bir toplumun en önemli yapıtaşı ailedir, ailenin çürük olması bütün toplum binasının yıkılmasına yol açar. Toplumun geleceğini oluşturacak olan çocukları aileler yetiştirir; toprak tohumların gelişmesi ve büyük faydalı bitkiler olması için ne kadar önemli ise aile de çocukların yetişip topluma yararlı bireyler olması için o kadar önemlidir. Teröristlerin, katillerin ve toplum huzurunu bozan birçok insanın temeline indiğimizde çocuklukta iyi ve huzurlu bir aile yaşantısına sahip olmadıklarını görürüz. Şimdi Batı toplumunda aile kurumunun çökmesinin bazı sebeplerini, bu sebepler üzerinden de İslam’a yapılan saldırıları ele alacağız. Feminizm, müstehcenlik ve eşcinsellik bu sebeplerin en ünlülerindendir.

FEMİNİZM

Feminizm, günümüzde en körce ve bağnazca savunulan ideolojilerden biridir. Feminizm derken Suudi Arabistan gibi ülkelerde kadınların temel haklarını talep etmelerinden bahsetmiyoruz (Sırf Hz. Ayşe’nin hayatı bile bugün kadınları hapsetmeye çalışan bazı sahte âlimlere cevaptır), bundan bahsetseydik tarihteki en büyük feministin Hz. Muhammed (s.a.v.) olduğunu söylerdik. Tarihte kadınların statüsünü en çok yükselten insan Hz. Muhammed (s.a.v.)’dir çünkü onun dünyaya geldiği toplumda kadınlar en temel hakları olan yaşama hakkından bile mahrumdu, kız çocukları utanç vesilesi görülerek diri diri toprağa gömülürdü. Bizim burada bahsettiğimiz feminizm Batı toplumunun temelini oluşturan, kadınları erkekleştirip erkekleri kadınlaştıran ve bu yolla aile kurumuna en büyük darbeyi vuran ideolojidir.

Feministler kadın ve erkeğin biyolojik olarak eşit olduğunu, toplumlardaki kadın-erkek algısının sadece toplumların kültürü ve dayatması sonucu ortaya çıktığını savunur. Hâlbuki dünya tarihindeki istisnasız bütün uygarlıklarda erkekler kadınlardan daha ön planda olmuştur. Eğer bu kültür ile alakalı olsaydı her toplumda farklı bir kadın-erkek ilişkisi beklerdik ancak istisnasız bütün toplumlarda erkeklerin baskın olması bunun biyolojik farklılığın getirdiği bir zorunluluk olduğunu gösterir. Kadın ve erkek eşit değildir, birbirlerini tamamlayan bir bütünün parçalarıdır. Tarih boyunca hiçbir düşünür kadınla erkeğin eşit olduğunu söylememiştir, hatta ateizmin peygamberi olan Charles Darwin bile erkeklerin kadınlardan daha gelişmiş ve daha becerikli olduğunu savunmuştur. Bugün Batı medeniyetinin sahip çıktığı tarihin en önemli filozofu olan Aristo apaçık bir şekilde erkeklerin kadınlardan üstün olduğunu savunmuştur. Bu fikirlere katıldığımı söylemiyorum, erkeklerin kadınlardan üstün olduğuna da iddia etmiyorum. Sadece dindar olmayan insanların da tarih boyunca kadın ve erkeği bir tutmadığı gerçeğini aktarmak istiyorum. Aristo bunu eğer günümüzde feminist/liberal diktatörlüğün olduğu Batı’da savunsaydı bırakın tarihin en büyük filozofu olarak sayılmayı, cinsiyetçi bir yobaz olarak görülür ve toplumdan dışlanırdı.

Amerika’da ciddi bir kariyere sahip olan psikoloji öğretmenim bir münakaşamızda Amerika’da psikoloji deneyi yapmanın zor olduğunu, çünkü herhangi bir cinsiyetin veya ırkın bir konuda daha başarılı olduğunu kanıtlayan araştırmaların liberaller tarafından baskıyla engellendiğini söylemişti. Kendini düşünen, sorgulayan bir medeniyet olarak gören Batı’nın belirli konularda aslında ne kadar da bağnaz ve dogmatik olduğu su götürmez bir gerçektir. Kadının toplumdaki yeri de bu konulardan biridir, bu yüzden kadın-erkek eşitliliğini sorgulamak liberal diktatörlüğün hüküm sürdüğü Batı’da bir tabudur. Batı toplumu da tarihi boyunca iki büyük dünya savaşına kadar kadın ve erkeği bir tutmamıştı, Amerika’da bile çok yakın bir zamana kadar kadınlar birçok temel haktan mahrumdu. 1. ve 2. Dünya Savaşları ile Batı toplumlarında erkek sayısının ciddi miktarda azalması sonucu, erkeklerin işlerini kadınlara yaptırmak için kadınlara gaz vermek amacıyla ortaya çıkan 70 yıllık bu feminizm akımı, binlerce yıllık insanlık geleneğini ve birikimini hiçbir delil bile sunmadan hor görmektedir. İslami toplum sistemi asırlardır tıkır tıkır işlemektedir. Toplumda erkeklerin bir derece daha etkin olmasına itiraz eden feministler bize kadın ve erkeğin bir tutulduğu hâlde başarılı olan bir toplum örneği göstersinler. Gösteremezler, çünkü böyle toplumlarda aile kurumu kalmamış: insanlar evlenmiyor, evlense de kısa sürede boşanıyor, boşanmasa bile çocuk yapmıyor. Batılılarda kendi kültürlerini üstün görme hastalığı o kadar aşırı seviyede ki kendi yerlerde sürünen sistemlerine bakmayıp başka sistemleri eleştiriyorlar. İslami bir şekilde evlenen çiftlerin çok küçük bir kısmı mutluyken medya sürekli küçük mutsuz kesimi gösterip bunlar üzerinden propaganda yapıyor, örneğin erken evlenenlerin çoğu bundan son derece memnunken medya sadece kendilerinden çok büyük yaştaki erkeklerle zorla evlendirilen kızları gösteriyor ve bunun üzerinden erken evlenmeyi toplumda kötü gösteriyor. Gayri-İslami şekilde evlenenlerin ekseriyetinin ilişkisi aldatma veya boşanma ile bitiyorken medya bu tip olaylar çok sıradanlaştığı için bunlardan hiç bahsetmiyor ve böylece toplumda yanlış bir algı oluşturuyor.

Öncelikle eşitlik ve adalet kavramlarını birbirinden ayırmalıyız, adalet eşitlik olmadığı gibi eşitlik de adaletli değildir. Bir siyasi seçimde otuz yılını siyasete vermiş eğitimli bir profesörün oyu ile okuma-yazma bile bilmeyen cahil bir köylünün oyunun eşit sayılması eşitliktir, ancak adaletli değildir. Mesela komünizm gibi sistemler insanları eşitlemek için adaleti tamamen yok ediyor, çok çalışkan ve parayı hak eden insanlarla tembel insanları maddi olarak eşitleyerek en büyük adaletsizliği yapmış oluyor. Kadın-erkek eşitliliği de adalet getirmez, tam tersine haksızlık getirir; çünkü kadın ve erkek biyolojik olarak eşit değildir, birbirini tamamlayan ve birlikte bir bütün oluşturan iki farklı unsurdur.  Kadın ve erkeğin birbirlerinin eksiklerini tamamlaması aile kurumunu değerli ve zorunlu kılar çünkü bu iki cinsiyet daima birbirine muhtaçtır. Kadın ve erkeği zorla eşitlemek demek bu bütünlüğü bozmak ve cinsiyetleri birbirine ihtiyaç duymayacak hâle getirmektir. Batı’da evlenme oranının çok azalmasının, insanların artık evliliği ve aile kurmayı çekici ve gerekli görmemesinin sebeplerinden biri de budur. Kıyamet alametlerini anlatan ve kıyamete yakın “Erkekler kendilerini kadınlara, kadınlar da kendilerini erkeklere benzetecekler. [1]” hadisini de burada zikretmekte fayda var. Hatta daha da ileri gidip çok rahat söyleyebiliriz ki feminizm kadının erkeğe özenmesinden başka bir şey değildir. Birçok feminist yapmak istemedikleri pek çok şeyi dahi sırf erkekler yapıyor diye, erkeklerle eşit olduklarını hissetmek için yapar. Kadının farklı bir cinsiyet olduğunu dahi idrak edemeyen bu zavallılar aslında kadınlığı bırakıp erkekliğe özenerek kadınlığı küçümsemiş oluyor.

Kadın ve erkeğin biyolojik birçok farkı vardır ancak bunların neredeyse hepsinin temelinde şu gerçek yatmaktadır: kadın vücudu çocuk doğurmak ve yetiştirmek için, erkek vücudu ise zor işleri yapabilmek için tasarlanmıştır. Zaten eşeyli üremenin temel varlık sebebi de bu iş bölümüdür, eğer eşeysiz olarak üreseydik hem çocuk yapma görevi hem de onu besleyip koruma görevi aynı kişi üzerinde olacaktı ki bu büyük zorlukları beraberinde getirecekti. Eşeyli üremede ise dişi bireyler çocuk yapıp büyütmek için, erkek bireyler ise bu aileyi besleyip korumak için özelleşmiştir ki bu iş bölümü iki cinsiyetin yükünü de hafifletmiş olur.

 

Erkek vücudu kadın vücudundan fiziksel olarak daha güçlü, daha çevik ve daha dayanıklıdır; bunun sebebi ise vücutlarının hem daha büyük olması hem de kas oranlarının daha fazla olmasıdır. Erkekler duygusal olarak da kadınlardan daha güçlüdür, yani manevi zorluklara karşı kadınlara oranla daha dirençlidirler. Kadınlar erkeklerden daha duygusal oldukları için musibetlerden psikolojik olarak daha fazla etkilenirler. Kadınlarda depresyonun erkeklere oranla çok daha sık görülmesinin sebebi de bu duygusal zayıflıklarıdır.

Kadınların iletişim becerilerinin erkeklerden daha iyi olduğu, daha rahat arkadaşlık kurabildikleri malumdur. İki erkek buluştuğunda on dakika sonra konuşacak konu bulamazken kadınlar aralarında saatlerce konuşabilir ve bundan sıkılmazlar. Erkekler ise daha bireysel ve bağımsız olmayı tercih ettiklerinden çevrelerinden pek fazla etkilenmezler, bunun sayesinde de çevrelerinin dayattığı gelenekselliği ve standartları aşarak kadınlara oranla daha özgün ve yaratıcı olabilmektedirler. Tarihteki hemen hemen bütün önemli bilim adamları, filozoflar, siyasetçiler, fikir önderleri erkektir. Bundan da ilginci, yemek yapmak kadınlarla özdeşleşen bir iş olmasına rağmen ve yemek yapmayı bilen kadın sayısının yemek yapmayı bilen erkek sayısından katbekat fazla olmasına rağmen dünyanın en iyi aşçılarının ve yemek şeflerinin erkek oldukları gerçeğidir. Bugün Batı toplumlarında kadın ve erkekler tamamen eşit haklara sahiptir ancak yine de toplumda yüksek yerlere gelen insanların çoğu erkektir, mesela Amerika’nın en büyük 500 şirketinin 96%’sı erkek CEO tarafından yönetilmektedir[2]. Erkeklerin espri yapma konusunda kadınlardan daha başarılı olması da yaratıcı zekâlarının bir ürünüdür. Her alanda en başarılı bireylerin erkek olmasının bir diğer nedeni de erkek ve kadınların IQ ortalamalarının eşit olmasına rağmen erkeklerin IQ seviyelerinin istatistiksel olarak kadınlara göre daha fazla çeşitlilik göstermesidir. Yani dünyanın en zeki insanları da erkektir, en aptal insanları da erkektir; kadınlar ise çoğunlukla orta zekâlıdır.

Şuraya Git:

Feminizm
Eşcinsellik
kadın-erkek IQ

Kadınların aynı anda birden fazla iş yapabilme konusunda (multi-tasking) erkeklerden daha başarılı olduğuna dair toplum arasında kabul gören bir algı vardır (Annelerimizin aynı anda hem yemek yapıp, hem televizyon izleyip hem de çocuğuyla ilgilendiğine çok kez şahit olmuşuzdur.) Bu algının henüz bilimsel bir kanıtı olmadığından kesin konuşmamız mümkün değil, ileride bilim adamlarının bu hususu aydınlatmasını umuyoruz. Kadın vücudu çocuk yapmak için tasarlandığından çok daha narin, çocuk büyütmek için tasarlandığından çok daha duygusaldır. Kadınların erkeklerden daha duygusal olması onların çocukları daha fazla sevmelerini ve onlarla daha fazla ilgilenmelerini sağlar. Kadınların cinsel arzusu da daha çok duyguya dayalıdır; sevmek, sevilmek ve arzulanmak isterler. Erkeklerde ise cinsel arzu testosteron hormonu sonucu ortaya çıkan çoğunlukla fiziksel bir ihtiyaçtır.

İslam neden ekonomiyi çoğunlukla erkeklerin eline veriyor?

İslamiyet’te kadınların haram içeren işlerde olmadıkları sürece çalışmalarında mahsur yoktur, ancak Allah aileyi geçindirme görevini erkeğe vermiştir. Kadın para kazanmaya zorlanamaz; para kazansa bile bu parayı kendisi için kazanmıştır, ailesi için harcamaya zorlanamaz. Aslında kadınların yararına olan bu ilke nedense feministlerin tepkisini çekmektedir. Allah’ın kadınlara verdiği temel görev çocuk yapmak ve yetiştirmektir, kadınlar salgıladıkları annelik hormonlarını da düşündüğümüzde aslında bu görev için yaratılmışlardır. Bir baba çocuğu ile on beş dakika ilgilenmeye bile sabredemezken bir anne çocuğu ile saatlerce sıkılmadan ilgilenebilir, bunu da büyük oranda annelik hormonlarına borçludur. Hatta anne olma dürtüsü kadınlarda çocuk yapmadan önce bile vardır ki bu dürtü onları evliliğe iten nedenlerden biridir. Kadınlarda annelik dürtüsü olmasaydı dokuz ay boyunca hamile olup ciddi bir yük taşımak, büyük bir fiziksel acı çekerek çocuk doğurmak ve kendi isteklerini geri plana atıp binlerce fedakârlık yaparak çocuğunu büyütmek gibi çok zahmetli işlere katlanamazlardı. Allah kadınlara anne sütü gibi mucizevi bir nimet daha vermiştir ki Allah bu sütü sadece çocuk doğacağı zaman (bir nevi çocuğun rızkını hazırlar) litrelerce kan arasından insan için en sağlıklı ve vazgeçilmez gıda maddesi olarak üretir.

Çocuk yetiştirme ve çocuklara küçük yaşta verilen eğitim çok önemli olduğu için İslam dini kadınlara buna öncelik vermelerini istemiş, bu yüzden aileyi geçindirme görevini erkeğe yüklemiştir. Çocuk ile ilgilenmek o kadar önemlidir ki çocukla yapılan iletişim ve çocuğa gösterilen ilgi çocuğun IQ’sunun ciddi miktarda daha yüksek olmasını sağlar ki bu birçok araştırmada kanıtlanmıştır.[3] Çocuk bakmaya öncelik vermeyen Batı toplumlarındaki kadınlar ise işleri-kariyerleri için çocuk yapmaktan kaçınıyor ve bu yüzden Batı toplumlarının nesli tükenme noktasına geliyor. Bir toplumun en azından nüfusunu koruyabilmesi için her ailenin ortalama en az iki çocuk yapması gerekirken Batılı ailelerde göçmenleri saymazsak bu rakam çok daha az.

Çalışan bir annenin çocuğunu büyütmek için bakıcı tutması muhtemel bir çözümdür, lakin bu da çok kötü bir tehlikeyi beraberinde getirir. Bakıcılar baktıkları çocukların her istediğini yapmak ve onlara hiçbir zaman hayır dememek zorundadır, aynı zamanda çocuk kötü bir şey yaptığında ona kızma gibi bir yetkileri yoktur. Bu insanların çocuk üstünde bir tahakküm yetkileri yoktur ve çocuğun isteğine zıt bir şey yapmaları tepki çekip onları işlerinden edebilir. Bunun bir sonucu olarak da her istediğini yaptırmaya alışmış, son derece şımarık çocuklar yetişiyor. Anneler ise çocuklarını çok daha iyi eğitebilirler çünkü çocuğa gerektiği zaman hayır deme, yanlış bir şey yaptığı zaman kızma ve ceza verme yetkileri vardır. Şahsen ben bakıcılar tarafından yetişmiş çocukların büyüdüklerinde ne kadar şımarık bireyler olduklarına onlarca kez şahit oldum.

Kadınların çalışmasına gerek yok demek eğitim almalarına, okula gitmelerine gerek yok demek değildir. Eğitim insanın hayatına bakışını geliştirir ve dünyayı daha iyi tanımasını sağlar; bu yüzden hem kendini, hem de çocuklarını iyi bir şekilde eğitmek ve yetiştirmek isteyen kadınlar özellikle günümüz şartlarında mutlaka eğitimli olmalıdır. Eğitimli bir kadın çocuk yetiştirmese memlekete bir eğitimli insan kadar faydası dokunur. Eğer bu eğitimli kadın çalışmayıp üç tane çocuk yapsa ve bunları eğiterek yetiştirse topluma üç eğitimli insan kadar faydası dokunur. Yani bir kadın hayatında hiç işte çalışmasa bile boşuna eğitim almış değildir, bu eğitimi çocuk yetiştirerek gelecek neslin bireylerine aktarması kendisinin çalışmasından bile daha mühim ve faydalıdır. Günümüzde zengin ve eğitimli aileler çok az çocuk yapıyor, fakir aileler ise onların yarattığı açığı kapatarak çok çocuk yapıyor. Bu yüzden yeni neslin çoğu fakir ailelerde maddi imkânsızlıklar içinde büyümüş oluyor, genel olarak iyi eğitim imkânı olmayan cahil bir nesil yetişmiş oluyor. Zeki ve başarılı kadınların kariyer hevesi yüzünden çocuk yapmaması yeni neslin genetik olarak da zayıflamasına yol açar, çünkü zeki karı-kocaların genleri gelecek nesillere aktarılamamış olur. Aynı zamanda zengin ailelerin yaptığı bir çocuk büyük bir mirasın üzerinde tek başına hak sahibi oluyor; fakir ailelerin yaptığı yedi çocuk zaten küçük olan bir mirası yedi kişiyle paylaşmak zorunda kalıyor. Bu da her nesilde zengin ve fakir arasındaki uçurumu iyice arttırıyor. Yani eğitimli ve zengin ailelerin çocuk yapmaması hem yeni neslin niteliksiz olmasını sağlar, hem de yeni nesilde zengin ve fakir arasındaki uçurumu arttırır.

Kadın-erkek karışık olan iş yerlerinde erkekler başka kadınlara istek besleyebilir. Bu yerlerdeki kadınlar ise kendilerini erkeklere göstererek beğenilme arzularını tatmin edebilir. Bu mekânlarda gününü geçiren bir kadın zaten sabahtan beri kendisini beğenen erkekler sayesinde nefsini tatmin etmiş, beğenilme ve istenilme arzusunu tatmin ettiği için kocasına ihtiyacı kalmamıştır. Bu yüzden kadın kocasına fazla arzu duymaz, karısı tarafından reddedilen koca ise çareyi her gün dışarıda gördüğü kadınlarla flört etmekte bulur. Bu yüzden tesettür kurallarına riayet edilmeden erkeklerle içli dışlı olunan işlerde kadınların çalışması münasip değildir. Aynı zamanda kadınların cinsel arzusu erkeklerden farklı olarak duygulara ve o anda bulundukları ruh haline çok bağlıdır. Erkekler neredeyse her daim cinsel birleşmeye hazır ve istekliyken kadınlar işte geçirdikleri yorucu, stresli ve gergin bir gün sonrası cinsel birleşmeyi arzulamazlar. Bunlar kadınların özellikle erkeklerle beraber oldukları işlerde çalışmalarının karı-koca ilişkisine verdiği zararlardandır.

Kadın çalışanlar işverenler tarafından da sürekli doğum iznine çıktıkları için tercih edilmezler. Doğum izinleri şirketler için korkunç bir kâbustur çünkü geçici olarak tecrübeli işgücü açığı yaratırlar ki bunu telafi etmek bir hayli zordur. Ayrıca kadınlar regl dönemlerinde daha az verimle çalışırlar çünkü bu dönemlerde hem acı çekmektedirler hem de duygusal olarak dengesizdirler. Bu yüzden kadınların aldıkları maaşlar erkeklerin aldıkları maaşlardan genellikle daha düşük olur, yani pek çok zaman çalışmalarına değecek kadar maaş almazlar. Feministler kadınla erkeğin eşit maaş alması için bile mücadele ediyorlar, şirketlere kadın ve erkeğe eşit maaş verme zorunluluğu getirilmesini talep ediyorlar; hâlbuki kapitalist sistem herkese hak ettiği kadarını verir. Eğer serbest ekonomiye müdahale edip de herkesin maaşını eşitlemeye kalkarsanız bu sefer sürekli doğum iznine çıktıkları için daha az iş yapan kadınlara hiçbir işveren iş vermek istemez, olan yine kadınlara olur, kadınların işsizlik oranı artar.

Şimdiye kadar feminist aşırıcılıktan bahsettik, yani ekonomide kadın ve erkeği zorla eşitlemeye çalışan zihniyetten. Bunun zıt kutbundaki aşırıcılık ise taa bin yıl önce verilmiş fetvalara dayanarak kadınların çalışmasına kesinlikle karşı çıkan bağnaz zihniyettir. Günümüzde kadınların belirli oranda iş hayatına girmesi eskiye oranla daha mümkündür. Eskiden yapılan işler çoğunlukla fiziksel güce dayandığı için erkekler kadınlardan çok daha başarılıydı ve kadın iş gücü son derece değersiz kalıyordu, ancak günümüzde sayısı iyice artan masa başı işlerde erkek ve kadınların üretkenlik açısından ciddi bir farkı yoktur. Bundan dolayı çalışan kadınlar ekonomiye ciddi bir fayda sağlayabilir. Eskiden hastalık ve savaşların yarattığı yüksek ölüm oranlarını telafi etmek için çok çocuk yapılırdı, artık daha az çocuk yapmak nüfusu korumaya yetiyor ki bu kadınların çocuk büyütmeye harcadıkları zamanın azalması demektir. Ayrıca günümüzde çamaşır makinesi/bulaşık makinesi gibi icatlar ev işlerini kolaylaştırmıştır. Ev işlerinin kolaylaşması da kadınların bunlara daha az zaman harcamasını gerektirmiş, böylece çalışmak için daha fazla boş zaman bulabilmelerini sağlamıştır. Kadınların, annelik kimliklerini kariyer ve para hırsıyla geri plana atmadıkları sürece haram içermeyen işlerde çalışmaları faydalıdır. İslamiyet yemek yapma da dâhil ev işlerini kadınlara yüklemez, eğer yükleseydi kadınların çalışmaları çok zor olurdu çünkü çalışan kadınların ev işlerini tek başlarına yapmaları zordur. İslam’ın ev işlerini kesin olarak herhangi bir cinsiyete yüklememesi kadınların koşullar uygun olduğunda çalışabilmesini sağlayan bir esnekliktir.

Bazı feministler şöyle argümanlar sürebiliyorlar: “Eğer bir kadın yeterince antrenman yaparsa hiç spor yapmayan bir erkekten daha güçlü olabilir. Ya da iyi kalpli bir erkek vicdansız bir kadından daha iyi çocuk yetiştirebilir. Böyle durumlar mümkünken neden genelleme yapıp da kadın ve erkeğin görevlerini ayıralım?” Buna bir endüstri mühendisi olarak şöyle cevap veriyim: Bir durumum mümkün olması ile optimum (en verimli) olması farklı şeylerdir. Bir kadın belki bir erkeğin işlerini yapabilir, bir erkek de belki bir kadının işlerini yapabilir; ancak bunu yaparken biyolojik kodlarındaki yatkınlığa ters düşecekleri için en yüksek verimle yapamazlar. Bir insan her konuda başarılı olabilir, ama illaki bir konuda çok başarılıdır; bu insanın çok başarılı olduğu alan dururken başarılı olduğu alanlara yönelmesi aptallık olur. Buna İngilizcede “comparative advantage (karşılaştırmalı üstünlük)” denir. Örneğin üniversite sınavında insanlar başarılı oldukları alana göre sayısalcılar ve sözelciler diye ayrılır. Bu demek değildir ki sayısalcı olan her öğrenci sözel derslerde sözelcilerden daha başarısızdır, birçok zeki sayısalcı sözel derslerde de zeki olmayan sözelcilerden daha iyidir. Ancak sayısalcılar sayısal derslerde sözelcilerden çok çok daha iyidir. Bu yüzden sayısalcı olmaları sözelci olmalarından daha mantıklıdır. Tıpkı bunun gibi bir kadın, erkek işlerini çoğu erkekten daha iyi yapabilir, ancak kadın işlerini çoğu erkekten çok çok daha iyi yapabilir. Veya bir erkek, kadın işlerini çoğu kadından daha iyi yapabilir, ancak erkek işlerini çoğu kadından çok çok daha iyi yapabilir. Bu yüzden görev dağılımında en çok verimi elde etmek için erkekler erkek işini, kadınlar kadın işini yapmalıdır. Şunu unutmayın ki bir kadın erkeklerle erkeksilik (maskülinite) konusunda rekabet edemez, ama erkekleri dişiliğini kullanarak kontrol edebilir. Kadının asıl gücü sahte ve yapay şekilde erkekleşmesinde değil, özündeki dişiliğini kullanmasında yatmaktadır.

Aile içinde huzurun ve birliğin sağlanması için kadının İslami sınırlar çerçevesinde kocasına itaat etmesi de önemlidir. Toplumun her tarafında bir hiyerarşi vardır ve bu hiyerarşi toplumdaki intizamı sağlar. Eğer çocuklar anne-babalarına itaat etmese, vatandaşlar devlet liderlerine itaat etmese, işçiler patronlarına itaat etmese, askerler komutanlarına itaat etmese o toplumda huzur ve intizam namına bir şey kalır mı? Bilakis bütün yerleşik kurumlar dağılır ve toplum anarşi yuvasına döner. Tıpkı bunun gibi aile kurumunda da son söze sahip olan ve itaat edilmesi gereken merci kocadır. Eğer böyle olmasaydı karı-kocanın arasındaki en ufak anlaşmazlık bile inatlaşmayla büyür ve evliliğin dağılmasına sebep olurdu, o ailede hiçbir zaman huzur ve intizam olamazdı. Eğer kadın kocasının belli bir konudaki düşüncesine katılmıyorsa bile itaat etmesi efdaldir, tıpkı devletimizin koyduğu kanunları kimi zaman yanlış ve gereksiz bulsak bile onlara uymak zorunda olduğumuz gibi. Peki, Allah neden kocanın karısına itaatini emretmemiş de karının kocasına itaatini emretmiş? Bunun sebebi erkeğin hem maddi hem de manevi olarak evlilikte daha fazla fedakârlık yapmış olması ve fiziksel ve duygusal olarak daha güçlü olduğundan otoritesini daha kolay koruyabilmesidir. Güçlü bir erkeğin güçsüz bir kadının koyduğu kurallara uymasını beklemek pek gerçekçi olmaz çünkü bu kurallara uymaması durumunda kadının onun üzerinde yaptırım uygulayacak gücü yoktur.

Son olarak da çokça duyduğumuz “kadının ekonomik özgürlüğü” kavramını değerlendirelim. Haftanın en az beş günü günlerinin çok büyük kısmını yorucu ve sıkıcı bir işte çalışarak geçiren, kendilerine ayıracak zaman bulamayan, eşine itaat etmeyi reddedip patronunun kölesi olmayı tercih eden bir kadının durumunu “özgürlük” olarak adlandırmak gerçekten aşağılık bir algı operasyonudur. Madem ekonomik özgürlük herkes için olmazsa olmaz bir şey, o zaman Batılılar neden çocukların/gençlerin ekonomik özgürlüğünü savunmuyorlar? Eğitimlerinin sonuna kadar geçimlerini ailelerinden sağlayan çocuklar neden okullarını bırakıp iş hayatına girmiyor ve böylece “özgürlük”lerini kazanmıyor? Batıda çocuk işçiliğinin yasak olması çocukların ekonomik özgürlüğüne bir engel değil mi? Bir çocuğun okulu bırakıp iş hayatına dâhil olarak özgürleştiğini iddia etmek ne kadar saçmaysa bir kadının anneliği bırakıp iş hayatına dâhil olarak özgürleştiğini iddia etmek de o kadar saçmadır.

İslamiyet erkeğin karısını dövmesine izin veriyor mu?

İslamiyet belli durumlarda erkeğin eşine hafif seviyede şiddet uygulamasına izin vermiştir. “Serkeşlik etmelerinden endişelendiğiniz kadınlara öğüt verin, yataklarında onları yalnız bırakın, nihayet dövün. Size itaat ediyorlarsa aleyhlerine yol aramayın. Doğrusu Allah Yüce'dir, Büyük'tür. (Nisa 34)” İslamiyet; bir zorbalıkla karşılaşıldığında intikam alma hakkını insanlara bahşetmiş, affetmenin intikamdan daha hayırlı olduğunu söylemesine rağmen intikam almaya da izin vermiştir. Eşinden hak etmediği bir muamele gören bir erkeğin intikam alması için önünde beş yol vardır: bir süre eşinden ayrı kalarak psikolojik olarak ceza vermek, fiziksel şiddetle ceza vermek, eşini maddi yönden zor durumda bırakarak ceza vermek, aldatarak ceza vermek, eşini boşayarak ceza vermek.

Bu beş yol içerisinde İslam’ın en münasip gördüğü yol birinci yoldur, zira Peygamber efendimiz de eşleri ile sorun yaşadığı zaman onlardan bir süre uzaklaşmış ve geçici bir süre başka bir yerde kalmıştır. Ne var ki çok kötü bir muameleye maruz kalan bir erkek için birinci yol tatmin edici yeterlilikte olmayabilir. Bu durumda erkek, daha büyük bir ceza vermek için diğer yollara meyleder. Şimdi diğer yolları teker teker değerlendirelim. Erkeğin eşini maddi yönden zor durumda bırakarak cezalandırmasını İslam kesinlikle hoş göremez, eşinin maddi ihtiyaçlarını karşılamak bir erkeğin temel görevlerindendir ve bundan kaçınmak evliliğin temel akdine terstir. Diğer bir yol ise boşanmaktır. İslamiyet boşanmaya izin verse de boşanmayı hoş görmez, insanların sadece en son çare olarak boşanma yoluna gitmelerini münasip görür. Hele hele ailenin çocukları varsa boşanmanın çocuklar için de mağduriyet yaratacağını göz önüne alırsak boşanma opsiyonunun sadece en vahim durumlarda değerlendirilmesi gerektiğini söyleyebiliriz. Erkekler en ufak bir sorunda ceza olarak boşanma yoluna giderlerse emin olun istisnasız bütün evlilikler boşanma ile sonuçlanır, zira istisnasız her çiftin arasında büyük küçük anlaşmazlıklar olması kaçınılmazdır. Geriye ceza vermek için iki yol kaldı: aldatmak veya fiziksel şiddet uygulamak. Bir erkek için en kolay ve en çekici yol eşini aldatma yoludur, şundan emin olun ki dindar olmayan erkeklerin çoğunluğu eşlerinden intikam almak için alenen veya gizlice bu yola başvuruyorlar. O anda eşlerine duydukları kinden dolayı aldatmanın verdiği suçluluk duygusunu da hissetmiyorlar, tam tersine aldatmayı kendilerinin bir hakkı olarak görüyorlar. Aldatmanın nefsani olarak da çekici bir opsiyon olduğunu düşündüğümüzde görüyoruz ki dindar olmayan bir erkek için en güzel intikam yöntemi aldatmaktır. Lakin bir sorunumuz var: İslam dini evli bir insanın eşini aldatmasını çok büyük bir günah olarak görüyor. Erkeklerin bu yola gitmemesi için de diğer opsiyon olan fiziksel şiddete belirli şartlar altında müsamaha gösteriyor. Emin olun ki fiziksel şiddet opsiyonu olmasaydı aldatma opsiyonu çok daha fazla tercih edilirdi. Aldatmanın bir ilişkiye verdiği hasar fiziksel şiddetin verdiği hasardan daha büyük ve daha kalıcı, o yüzden fiziksel şiddet bir nevi ehven-i şer durumundadır.

İslamiyet’in şiddete izin vermesi onu önermesi anlamına katiyen gelmez. Eğer şiddet bir tavsiye niteliğinde olsaydı Hz. Peygamber de bunu uygulardı; lakin Hz. Peygamber hayatı boyunca hiçbir eşine el kaldırmamıştır, ayrıca eşine şiddet uygulayan erkekleri de şu şekilde azarlamıştır: “Kadınlarını döven kimseler, sizin hayırlılarınızdan değildir.[4]” Bu demek oluyor ki iyi bir Müslüman karısını dövmez, karısını döven bir Müslüman Müslümanlığı izin verilen minimum seviyede yaşıyor demektir. En hayırlı yol affetme yoludur, bundan sonraki en hayırlı yol ise yukarıda birinci yol olarak adlandırdığımız eşten uzak bir yerde kalma yoludur. Üçüncü yol olan fiziksel şiddet ise günah olmadığı hâlde tavsiye edilmeyen, sadece kendine hâkim olmakta zorlanan düşük dereceli Müslümanların yoludur.

İslamiyet erkeği putlaştırmadığı gibi kadını da putlaştırmaz. Günümüz dünyasında erkeklerin maruz kaldığı şiddet kadınların maruz kaldıklarından daha fazla. Erkekler asker olup savaşlarda ölüyor, erkekler polis olup hayatlarını tehlikeye atıyor, erkekler maden işçiliği, inşaat işçiliği gibi zor fiziksel işlerde çalışıp sağlıklarını kaybediyor. Ortalama bir erkeğin ömrünün ortalama bir kadının ömründen daha kısa olmasının sebeplerinden birisi de maruz kaldıkları bu zor fiziksel koşullar. Bütün dünya erkeklerin yaşadıkları zorlukları kanıksamışken, erkeklerin ölmesini artık sorun dahi etmiyorken, şiddete maruz kalan bir erkeği korumak yerine zayıf olmakla suçluyorken, kadınların maruz kaldıkları en ufak şiddette ortalığın galeyana getirilmesi iki yüzlülük değil de nedir?

İslamiyet neden erkeklere mirasta ve finansal konulardaki şahitlikte iki kadın payı verir?

Erkeklere mirastan iki pay verilmesi aileyi geçindirme görevinin erkeklerde olmasından dolayıdır. Erkek kendisine verilen iki kat mirası bütün aile için kullanır, kadın ise kendisine düşen mirası sadece kendisi için kullanır. Karı-kocanın ailelerinin eşit miktarda miras bıraktığını farz edersek erkeğin mirası 2x, kadının mirası x olur. Dört kişilik klasik bir ailede erkek bu mirası herkes için eşit olarak kullansa kendisine 2x/4 = x/2 miktarında pay düşer. Kadın ise x miktarındaki mirasını kimseyle paylaşmak zorunda değildir, kocasının da kendisi için x/2 miktarını harcayacağını düşünürsek kadının toplam x + x/2 = 3x/2 miktar parası olmuş olur. Yani aslında ekonomik olarak avantajlı çıkan erkek değil kadındır. Aynı zamanda kadınların evlilikten sonra teorik olarak zenginleşmesi (çünkü artık kendi ihtiyaçları erkek tarafından karşılanacak) onları evlenmeye iten bir teşviktir, bu da toplumdaki evlilikleri arttırır ve kolaylaştırır.

 “Ey iman edenler! Belli bir süre için birbirinize borçlandığınız zaman bunu yazın. Aranızda bir yazıcı adaletle yazsın. Yazıcı, Allah’ın kendisine öğrettiği şekilde yazmaktan kaçınmasın, (her şeyi olduğu gibi dosdoğru) yazsın. Üzerinde hak olan (borçlu) da yazdırsın ve Rabbi olan Allah’tan korkup sakınsın da borçtan hiçbir şeyi eksik etmesin (hepsini tam yazdırsın). Eğer borçlu, aklı ermeyen, veya zayıf bir kimse ise, ya da yazdıramıyorsa, velisi adaletle yazdırsın. (Bu işleme) şahitliklerine güvendiğiniz iki erkeği; eğer iki erkek olmazsa, bir erkek ve iki kadını şahit tutun. Bu, onlardan biri unutacak olursa, diğerinin ona hatırlatması içindir. (Bakara 282)” Kuran, ekonomik-ticari konularda iki kadın şahitliğinin tek erkeğe eşit olduğunu söyler. Bunun sebebi ekonominin çoğunlukla erkekleri elinde olması ve ekonomik-ticari konularda erkeklerin daha bilgili olmasıdır. Tabi ki istisnalar da mevcuttur lakin genele göre hüküm vermek doğruya en yakın olandır. Ne var ki bazı âlimler Kuran’ın bu ayetteki hükmünü her türlü şahitlik için geçerli kabul etmişler ve her durumda kadının şahitliğini erkeğin yarısı saymışlardır ki bu onların görüşüdür, Kuran veya sünnetten çıkarılan bir hüküm değildir.

Duygusallık kadınların en büyük zaafıdır. (erkeklerin ise en büyük zaafı şüphesiz cinselliktir) Kadınlar duygusal oldukları için ve verdikleri kararlarda duygularını mantıklarının önüne koydukları için İslam tarihinde kadı/hâkim yapılmamışlardır. Şahitlikteki eksiklikleri de bu yüzden kaynaklanıyor olabilir, olaylara duygularını fazlaca kattıklarından tarafsız bilgi vermeleri daha zordur. Bundan da önemlisi kadınların şahit yapılması onlar üzerinde baskı kurulmasına neden olur. Bazı davacılar kadınların fiziksel ve duygusal zayıflığından faydalanarak şahitliklerini değiştirmek için onlara baskı yapabilir ve onları korkutabilir. Aslında bir davada şahit olmak ayrıcalık değildir – şâhide bir fayda sağlamaz -, sadece onun üzerine kimi zaman zor olabilecek bir sorumluluk yükler.

Erkeklerin neden dört kadına kadar evlenme hakkı var?

İslamiyet’te çok eşlilik önerilen bir şey değildir, sadece özel durumlarda verilen bir ruhsattır. “Eğer (kendileriyle evlendiğiniz takdirde) yetimlerin haklarına riayet edememekten korkarsanız beğendiğiniz (veya size helâl olan) kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın. Adaletsizlik yapmaktan korkarsanız bir tane alın; yahut da sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır. (Nisa 3)” ayeti birden fazla kadınla evlenmeyi kadınlar arasında adaletli olma şartına bağlıyor. Başka bir ayette ise “Üzerine düşüp uğraşsanız da kadınlar arasında âdil davranmaya güç yetiremezsiniz; bari birisine tamamen kapılıp da diğerini askıya alınmış gibi bırakmayın. (Nisa 129)” denilerek kadınlar arasında adaletli olma şartının hiçbir zaman sağlanamayacağı belirtiliyor. İlk ayette verilen şartın hiçbir zaman yerine getirilemeyeceğinin belirtilmesi aslında bir nevi çok eşliliğin zaruri olmayan durumlarda yasak olduğu anlamına geliyor. Yine de çok eşlilik İslamiyet’te kesinlikle yasaktır diyemeyiz, belli durumlar için ruhsat verilmiştir diyebiliriz. Şimdi neden erkeklere kadınlardan farklı olarak çok eşlilik hakkı verildiğini sorgulayalım:

1-) Erkekler hem biyolojik olarak hem de içgüdüsel olarak çok eşliliğe daha meyillidir. Bir erkek aynı anda birden fazla kadını hamile bırakabilir ancak bir kadın aynı anda birden fazla erkekten hamile kalamaz. Bir erkek hayatı boyunca binlerce çocuk sahibi olabilir ancak bir kadın için bu sayı belli bir hududu geçemez. Bundan dolayı Allah erkekleri içgüdüsel olarak çok eşliliğe daha meyilli yaratmıştır, hemen hemen hiçbir erkek –ekonomik ve sosyal zorunlulukların olmadığını farz edersek- birden fazla kadınla birlikte olmaya hayır demez. Kadınlarda ise durum farklıdır, kadınlar genellikle sevdikleri erkekten başkası ile birlikte olmak istemezler. Zaten çok eşli bir kadın hamile kalsa çocuğunun hangi erkekten olduğu bile belli olamaz (her seferinde birçok DNA testi yapılmadığı sürece ki bu pratikte çok zordur), bu yüzden kadınlar için çok eşlilik biyolojik olarak imkânsız ve lüzumsuzdur.

Bu yönden baktığımızda evlilik kurumunun başlı başına kadınları koruyan bir kurum olduğunu da görebiliriz. Zira eğer Allah cinsel ilişki için evliliği zorunlu kılmasaydı bütün erkekler çok eşli yaşar, sürekli farklı kadınlarla birlikte olurlar, kadınlar kendilerine sadık erkek bulmakta zorlanırlardı. Bundan dolayıdır ki Batılı toplumlarda kadınlar çoğunlukla evlenmek isteyen tarafken erkekler evlilikten kaçan taraf konumundadır. Evlilik hem isteklerin tatmini açısından, hem de maddi açıdan (erkek kadının parasal ihtiyaçlarını karşılamakla yükümlüdür) kadınların lehine olan bir kurumdur. Bundan dolayı kocanın karısı üzerindeki hakkı karının kocasının üzerindeki hakkından daha fazladır çünkü evlilikte erkek daha fazla fedakârlık yapmaktadır.

2-) Erkeklerin cinsel arzusu sabit testosteron hormonları sayesinde sürekli yüksektir; kadınlar ise hem hormon miktarlarının adet döngüsü sebebiyle sürekli değişmesi, hem de cinsel arzularının duygularına bağlı olması sebebiyle inişli çıkışlı bir cinsel isteğe sahiptirler. Bu yüzden cinselliğin kadınlar için tabu olarak görülmediği Batı toplumlarında bile ilişkilerin büyük çoğunluğunda erkeklerin kadınlardan cinsel ilişki konusunda daha istekli oldukları istatistiksel bir gerçektir. Kadınların cinsel ilişkiye girmenin haram olduğu adet dönemleri vardır ki bu dönemde erkekler için bir engel yoktur. Kadınlar aynı zamanda hamilelik dönemlerinde de cinsel ilişkide zorlanır ve bundan kaçınır. Bunları da göze aldığımızda erkeklerin tek eşli evliliklerde birçok kez istedikleri kadar cinsellik yaşayamadıkları görünür. Kadın ile erkeğin cinsel ilişkiye girme arzularındaki ve kapasitelerindeki farkı düşündüğümüzde çok eşli evliliğin bu farkı dengeleyeceğini söyleyebiliriz.

3-) Tarih boyunca savaşlardan ve zor işlerde çalışmaktan dolayı erkek ölümleri daha sık yaşanmıştır ve kadın sayısı erkek sayısından fazla olmuştur. Çok eşli evlilik erkek açığını kapatmak için pek çok kez faydalı bir alternatif olmuştur, İslam’ın çok eşliliğe ruhsat vermesi erkek kıtlığı olduğu zamanlarda yaşanan sorunları çözmüştür. Lâkin günümüzdeki çoğu toplumda savaştan ve işten ölen erkek sayısı ihmal edilecek kadar küçüktür, bu yüzden kadın ve erkek sayısı neredeyse eşittir. Günümüzde çok eşliliğin erkek-kadın nüfusu arasındaki farkı dengeleme görevi sona ermiştir. Çok eşli evliliğin beraberinde getirdiği kıskançlığın yaratacağı sorunları göze aldığımız zaman şahsi kanaatim bu devirde erkeklerin çok eşli evlilikten sakınmalarının daha doğru olduğudur. Bu çağda istisnai durumları saymazsak çok eşli evliliğin yaratacağı tahribat getireceği faydadan daha fazladır.

İslami toplumlardaki çok eşli evlilik oranı Batı toplumlarında eşini aldatan erkeklerin oranından çok daha azdır. Müslüman ülkelerdeki çok eşlilik oranı 5%’i hiç geçmezken bugün Avrupa’da eş aldatma oranı yaklaşık 50%’dir.[5] Bu yüzden Batılıların çok eşliliği kadınların aleyhinde bir şey olarak görmeleri son derece saçmadır, çok eşlilik erkeklerin eşlerini aldatma alışkanlıklarını yok etmelerine yardımcı olan bir ruhsattır. Zaten bir toplumda kadın erkek sayısı aşağı yukarı eşitse – ki savaş ve göç gibi özel durumlar yoksa her zaman eşite yakın olur- erkeklerin çok eşle evlenmesi istatistiksel olarak pek mümkün değildir. Bir toplumda çok sayıda erkeğin çok eşli evlilik yapması için kadın sayısının erkek sayısından çok daha fazla olması gerekir ki bu günümüzde hemen hemen hiçbir devlette söz konusu değildir. Yani günümüzde çok eşlilik serbest bile olsa eğer toplumda erkek açığı yoksa çok eşli evlilik yapan erkek oranı 3%’ü geçemez.

Erkeklere Cennet’te huriler verilecekken kadınlara neden Cennet’te erkekler verilmiyor?

Bu soru da günümüzün en ünlü sorularından biri hâlini aldı. Öncelikle şunu belirtelim ki Cennet’te kadınlara kocalarından başka bir eş verilip verilmeyeceğine dair bir nakil yok. Kuran’da cennet erkekleri için “gılman” tabiri geçse de gılmanların mahiyeti tam olarak bilinmiyor. Kadınlara kocalarından başka bir eş verilip verilmeyeceğini tartışmak gereksizdir çünkü bu konuda İslam’ın belli bir hükmü yoktur. Burada tartışılması ve üzerine düşünülmesi gerekilen şey hurilerdir çünkü Allah Kurân’da hurilerden bahsetmeyi tercih etmiştir.

Hurilerin varlığı erkekler için bir ödül müdür? Şüphesiz ki öyledir. Peki, hurilerin varlığı kadınlar için kötü bir şey midir? Hayır, çünkü Cennet’te kıskançlık diye bir şey yoktur: “Biz (cennette) onların kalplerinde kin namına ne varsa söküp attık. (Araf 43)”. Cennet’te kıskançlık olmadığına göre hurilerin varlığı kadınlar açısından kötü bir şey değildir çünkü kadınlar orada eşlerini kıskanmazlar. Peki, hurilerin varlığı kadınlar açısından iyi bir şey, yani kadınlar için bir ödül müdür? Evet. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadisinde dünya kadınlarının Cennette hurilerden daha güzel olacağını söylemiştir çünkü onlar dünya imtihanını başarıyla geçmiştir. Kadınların en sevdiği şeylerden birisi diğer kadınlardan daha güzel görünmeye çalışmaktır. Başka kadınlardan daha güzel olmanın verdiği his kadınlar için vazgeçilmez bir duygudur. Hatta birçok kadın erkeklere güzel görünmek için değil, diğer kadınlara güzel görünmek için giyinir ve süslenir diyebiliriz. Hiç kadının olmadığı bir ortamda erkekler genellikle mağara adamına benzer ancak hiç erkeğin olmadığı ortamlarda bile kadınlar süslenmeyi ve ihtişamlı giyinmeyi ihmal etmez. Cennet’te hurilerden daha güzel olmanın verdiği zevk aslında kadınlar için bir ödüldür. Bu gösteriyor ki hurilerin varlığı hem erkekler hem de kadınlar için bir ödüldür.

Cennette kadınlara eşlerinden başka bir erkek verilmeyeceğini farz etsek bile bu durum iki cinsin cinsel dürtüleriyle uyumludur. Cinsellik, erkekler için kadınlara nispeten daha önemlidir. Pek çok kadın hayatında cinsellik olmadan yaşayabilse de cinsellik erkeklerin hayatında merkezi bir konumdadır. Ayrıca, cinselliği daha ziyade fiziksel bir zevk olarak gören erkekler birden fazla partnerle ilişki yaşamaya heveslidir. Cinselliği daha ziyade duygusal bir zevk olarak gören kadınlar ise çoğu zaman sevdikleri tek bir partnere bağlanmayı ve her şeyi onunla yaşamayı istemektedir. Erkeklerin cinselliğe ve çok eşliliğe kadınlara nispeten daha çok ilgi duyduğunu göz önüne alırsak erkeklere Cennet’te verilen ödülün de bu yönde olması şaşırtıcı değildir.

Kadın-Erkek İlişkileri

Kadın-erkek arasındaki cinsel arzu insani arzuların en kuvvetlisidir. Bu arzu o kadar güçlüdür ki insanları kendine bağımlı yapıp hayvanlaştırabilir, hatta insanları nefislerinin kölesi haline getirebilir. Bundan dolayı zinaya karşı katı bir tutum sergilemek ve zinaya giden her türlü yolu kapatmak sağlıklı bir toplum için elzemdir. Bir hadiste hayânın (utanma duygusu) onda dokuzunun kadınlara verildiği söylenir. Allah kadınları daha utangaç yaratmıştır ki erkekleri frenleyebilsinler, eğer kadınlar da erkekler gibi olsaydı zinanın önüne geçemezdik. Ne var ki modern toplumlar kadını özgürleştirme adı altında kadınları zinaya ve utanmazlığa teşvik ediyor, onlara cinselliği serbestçe ve sınırsızca yaşamayı öğütlüyor. Artık birçok kadın erkek kadar hayâsızlaştı, bu da zinanın çokça artmasına ve tamamen şehvetin yönlendirdiği bir neslin zuhuruna sebep oldu. Diğer yönden baktığımızda da Müslümanlar arasında namusu sadece kadın için var sayan sakat ve gayri-İslami bir anlayış var. Ne yazık ki birçok Müslüman aile erkek çocuklarına cinsellik konusunda sınırsız özgürlük tanıyor, erkek olmalarının onların suçlarını mazur gösterdiğine inanıyorlar. Cinsiyetlerden biri hayâlı olursa diğeri de ister istemez hayâlı olur, biri sürekli zinayı teşvik ederse diğeri de ister istemez zinaya düşer. Eğer bir toplum hayâsını kaybederse bunu geri kazanması çok zor olur, bu yüzden zina sorun kronik hâle gelmeden çözüm bulmak lazımdır.

İslamiyet’te evlilik kurumu Batı’dakinden çok farklıdır. Kişi eşinin sadece dünyada değil, Ahirette de sonsuza dek yoldaşı olacaktır. Bu yüzden eşler arasındaki bağ hayal dahi edilemeyecek kadar güçlü ve mühimdir. İnsan gayet tâbi olarak eşini sımsıkı sahiplenir, onu başkalarına kıskanır, sadece bir nazar (bakış) olarak bile olsa başka bir erkeğin eşinden yararlanmasına razı olmaz. Hiçbir haysiyetli, namuslu, şerefli bir erkek eşine, annesine, kızına, bacısına yabancı bir erkeğin şehvetle bakmasını istemez. Eğer eşler arasında kıskançlık yoksa sevgi de yok demektir. Batı’da insanlar eşlerini/sevgililerini sadece cinsel ihtiyaçlarını gidermek ve eğlenmek için kullandıkları bir araç olarak gördüklerinden eşlerini/sevgililerini hiç mi hiç kıskanmazlar. Eşlerini yarı çıplak dolaştırıp başka erkeklerin eşlerini beğenmelerinden gurur bile duyarlar. Hatta bazıları o kadar “açık görüşlü”dür ki eşlerinin kendilerini aldatmasını eşlerinin özgürlüğü olarak görürler, bunu problem etmezler.

İslamiyet flört tarzı ilişkiye sıcak bakmaz çünkü insanın sevgili olduğu kişiyle harama girmesi kaçınılmazdır. Kişi evleneceği insanın geçmişinde flört tarzı ilişkilerin olmasını istemez çünkü bu onu sahiplenmesine bir engeldir, bu yüzden tarih boyunca hep namuslu kadınlar erkeklerin dikkatini celp etmiştir. Eğer ilişki yaşayacağın kişinin senden önce onlarca farklı kişiyle birlikte olduğunu, senden sonra da onlarca farklı kişiyle birlikte olacağını bilirsen o kişinin senin için hiçbir özel yanı olamaz, ona duyduğun sevgi bile sahte ve geçici bir sevgidir. İnsan, âşık olduğu kişinin önceden başka biriyle birlikte olmuş olmasını hayal dâhi etmek istemez. Batı’da ise sevgililer birbirlerini sadece belli bir süre tatmin edecek ve eğlendirecek araçlar olarak gördüklerinden sevgililerinin geçmişi onlar için hiç önemli değildir.

Flört aynı zamanda insanları yanlış kararlar vermeye iten bir aktivitedir çünkü insanlar sevgililerine âşık olunca onların kusurlarını görmez olurlar. Aşığın maşukun kusurlarını görememesi bilimsel olarak kanıtlanmış bir olgudur. İnsanlar sevgililerine kör bir şekilde âşık olup onlarla evlenir, aralarındaki aşk kaybolunca da aslında karşısındaki ile ne kadar uyumsuz olduğunu fark eder. Günümüzde çoğu boşanmanın temeli budur, insanı körleştiren bir aşk uğruna ailelerini bile karşılarına alan insanlar evlendikten sonra eşlerinin hayal ettikleri kadar mükemmel olmadığını fark eder. Hatta pek çok kez kişiler birbirlerinin kusurlarının farkında bile olsalar sırf duydukları sevgi yüzünden ilişkiden vazgeçemezler ve böylece bütün hayatlarını mahvedecek yanlış bir karar verirler. Evlilik kararı akla dayanarak rasyonel bir şekilde verilmesi gereken bir karardır, tamamen duygusal ve anlık bir karar olmamalıdır. Flört tarzı ilişkiler insanları duygusal ve acele karar vermeye ittiklerinden insanları çok yanlış evliliklere sürüklerler.

Günümüz toplumlarında müstehcenlik o kadar yaygınlaştı ki cinsellikle uzaktan yakından alakası olmayan konular bile içine cinsellik katılarak çekici hâle getiriliyor, her alanda insanın cinsel dürtüleri sömürülerek para kazanılıyor. Medya insanlara sadece güzellikleri kadar değer veriyor; medya araçlarında insanlara sürekli en güzel kadınlar, en yakışıklı erkekler gösteriliyor ve bunlar gibi olmaları teşvik ediliyor. Bütün bu icraatlar sonucunda kendini beğendirmek için onlarca estetik ameliyatına giren kadınlar, sürekli en güzel kadınları izleyip beklentisini arttırarak kendi eşini beğenmemeye başlayan erkekler türüyor. Açık giyinerek kendini beğendirme arzusunu dışarıda tatmin eden kadınlar kocalarına karşı isteksiz oluyor. Bir gün içinde onlarca kadın ile haşır neşir olmuş erkekler ise kendi eşlerini sadece bu uzun listedeki sıradan bir isim olarak görüyorlar, eşleri kendileri için özel bir konumda olmuyor ve eşlerine özel bir ilgi göstermiyorlar. Fıtraten ilgiye muhtaç olan kadınlar ise bu özel ilgiyi eşlerinden görmeyince dışarıda arıyorlar, ve böylece bu sonsuz döngü yeniden başlıyor. Her gün sokaklarda, işyerinde, televizyonlarda kendi eşinden daha güzel onlarca kadın gören ortalama bir erkeğin en azından düşünce boyutunda eşini hiç aldatmaması mümkün müdür? Katiyen mümkün değildir, bu aldatma fiziksel dereceye ulaşmasa bile en azından hayal ve düşünce olarak eksik olmaz.

İnsan nefsi yasak olana ayrı bir ilgi duyar, bunun en önemli sebebi ise meraktır. Merak duygusu aslında çoğu günahın, kötülüğün, bağımlılığın başlangıcıdır. Allah’ın helal kıldığı helal dairesindeki şeyler insan nefsini yeterince tatmin etmeye yeter de artar bile, lâkin buna rağmen insan haramlar dairesinde olan biteni merak ettiğinden çok kez harama düşer. Özellikle haramların sürekli insanın gözüne gözüne sokulması bu merak duygusunu iyice kamçılar. İnsanların zina, kumar, içki, sigara, uyuşturucu gibi habis şeylerle tanışması merakın ürünüdür; yoksa insan bir şeyin hem maddi hem manevi olarak zararlı olduğunu bile bile o şeyin peşinde gitmez. Hz. Âdem Cennet’te kendisine helal olan binlerce ağaç ve binlerce meyve içinde mutlu mutlu yaşıyorken kendisine haram olan tek bir ağaca yöneldi, çünkü şeytan sürekli Hz. Âdem’in dikkatini yasak ağaca çekerek o haramı işlediğinde ne olacağını merak ettirdi. Ben Türkiye’de doğup büyüdüm ve domuz etinin tadını hiç merak etmedim, çünkü zaten domuz eti Türkiye’de hiç karşıma çıkmadı. Ne zaman ki yurtdışına gittim ve domuz eti tüketen insanları gördüm, o zaman o etin tadını inanılmaz derecede merak etmeye başladım. Bana helal olan sayısız hayvan türü varken (ki çoğunun da tadını bile bilmiyorum) şeytan bana domuz etini merak ettirdi. Demek istiyorum ki bir haram sürekli göz önünde değilken insanın dikkatini celp etmez; lakin ne zaman zikredilmeye ve teşvik edilmeye başlanır, o zaman insanda ona karşı çok kuvvetli bir merak duygusu uyanır. Cinselliğin de toplumun her safhasında gözümüze gözümüze sokulması; reklamlarda, internette, okullarda, filmlerde, dizilerde sürekli cinselliğin kullanılması insanların zinayı merak etmesine yol açar. Özellikle bekârlar için bu merak tehlikeli boyutlara ulaşır, pişman olacaklarını bile bile Müslüman gençler zinaya sırf merak duyguları sebebiyle yönelir. Bundan dolayıdır ki cinselliğin aile dışına çıkmaması, toplumsal alanda aşikâr biçimde zikredilmemesi, şehvetle takıntılı bir toplum meydana gelmemesi şarttır. Cinselliği mütemadiyen insanların gözüne sokmak özellikle bekârlara yapılan bir zulümdür.

Aynı zamanda kadın-erkeğin bir arada olduğu toplum yapısı cinsiyet özelliklerinin de körelmesine yol açıyor. İnsan çevresinden ister istemez etkilenir. Mesela öğrencilerinin büyük çoğunluğunun kadın olduğu moda tasarımcılığı bölümünde okuyan bir erkek hep kadınlarla arkadaş ola ola hareketleri kadınlara benzemeye başlar, bir süre sonra erkekten çok kadına benzer. Bunun bütün toplumlarda yüzlerce örneği vardır çünkü insan bir süre sonra istemsizce karşısındakini taklit etmeye başlar, hatta karşısındakinin tiklerini bile bir süre sonra istemsizce taklit eder. Kadın ve erkeğin bir arada olmadığı toplum hayatında erkekler erkek gibi, kadınlar kadın gibi olur, cinsiyetlerin özellikleri ve görevleri birbirine karışmaz. Bugün Batı’da erkeklerin erkeklik özelliklerini kaybetmelerinin sebeplerinden biri de kadın ve erkeğin bir arada olduğu toplum yapısıdır.

Kadın ve erkeğin bir arada bulunmasını sakıncalı görmeyenlerin en meşhur bahaneleri şudur: “Ben karşı cinsten olan x kişisini sadece arkadaşım olarak görüyorum, ona cinsel yönden bakmıyorum.” Hâlbuki herhangi bir kadın ve erkeğin sadece arkadaş olmaları, birbirlerine hiçbir zaman cinsel istekle bakmamaları pek gerçekçi değildir. Erkek cinsiyeti eğer hormonlarında bir eksiklik yoksa bütün güzel kadınlara cinsel istek duyar. Hatta bir erkek olarak bütün erkekler adına samimi bir itirafta bulunayım: Eğer bir erkek bir kadına “Seni sadece arkadaş olarak görüyorum” diyorsa bu “Seni çekici ve güzel bulmuyorum” demekle eşdeğerdir. Yani bir erkek bir kadını sadece arkadaş olarak gördüğünü iddia ediyorsa aslında o kadının çirkin olduğunu itiraf ediyor demektir. Kadınlar ise güvendikleri ve iyi anlaştıkları erkekleri beğenir, onlara istek duyarlar. Bir kadın bir erkeği başlangıçta sadece arkadaş olarak görüyorsa bile zamanla o erkeğe duyduğu güven arttıkça ona cinsel yönden de bakmaya başlar; yani bir kadının sevdiği, güvendiği ve iyi anlaştığı bir erkeğe hiç cinsel yönden bakmaması da gerçekçi değildir. Bir insan karşısındakine sadece arkadaş olarak bakıyorsa bile karşısındakinin ona ne gözle baktığını hiçbir zaman bilemez. Karşındakinin sana nasıl baktığını hiçbir zaman tam olarak bilemeyeceğine göre karşı cinsten biriyle arkadaş olmaktan kaçınmak daha faydalıdır.

İslamiyet’in zina ve türevlerine karşı bu kadar sert bir tutum takınması İslam’ın cinselliğe kötü baktığı, cinselliği yasakladığı anlamına gelmiyor. İslam dini karı koca arasındaki hem manevi hem de fiziksel birlikteliğe çok önem verir, helal yoldan yapılan ilişkiyi el üstünde tutar. Zira bir insanın eşiyle yaşadığı ilişki yeterince tatmin edici değilse bu kişinin gözünün dışarıda kalması, zinaya meyletmesi kaçınılmazdır. İnsanın eşine karşı şehvet duyması utanılacak değil, gurur duyulacak bir davranıştır.

 

EŞCİNSELLİK

Allah insanı kadın ve erkek olmak üzere iki cinsiyet hâlinde yaratmış, cinsiyetlere birbirlerini tamamlayan özellikler vermiş ve bu iki cinsiyetin bir araya gelmesiyle yeni nesilleri oluşturacak çocukların büyümesini sağlayan aile kurumunu var etmiştir. Özünde farklı olan iki cinsiyet bir araya gelince yapbozun parçaları gibi birbirini tamamlar, aynı cinsiyetten iki kişinin bir araya gelmesi ise bu uyumu sağlamayacağından mümkün değildir. Bu uyumun belki de en önemli kısmı üreme fonksiyonudur; bir erkek ancak bir kadınla çocuk sahibi olabilir, başka bir tür veya cinsiyetten çocuk sahibi olamaz.

Allah’ın cinsiyetlere verdiği özelliklerin köreltilmeye çalıştığı bu dönemde Batı’da aile kurumuna yapılan başka büyük saldırı da aynı cinsten olan iki kişinin ilişkisinin meşru ve normal gösterilmesi, daha da kötüsü bunun teşvik edilmesidir. Başkasına kastî zararı dokunmayan her şey meşru ve ahlakidir anlayışını benimseyen liberalizm en aşağılık ahlaksızlıkları bile desteklemekten geri durmamaktadır. Liberallere göre iki tarafın da rızası varsa bir kişinin annesiyle ensest ilişkiye girmesi bile yanlış değildir. Hâlbuki yaratılışın hudutlarını aşan hiçbir şey normal ve meşru olamaz. Bir insanın hemcinsleriyle, hayvanlarla, kendi aile bireyleriyle ilişki yaşaması Allah’ın yaratışına terstir ve tek kelimeyle sapkınlıktır. Sapkınlığın ise hudutları yoktur, bugün eşcinselliğin ve ensestin meşrulaşmasını talep edenler yarın bir gün aynı argümanlarla hayvanlarla evlenmeyi de talep edecekler.

Aslında bakarsak eşcinselliğin anormalliğini anlamak için konuya dini bir gözlükle bakmamıza lüzum yok, biyoloji gözlüğüyle baktığımızda da durumun abesliği ortadadır. Gözün var olma amacı görmektir, eğer görme fonksiyonunu yerine getiremezse doktora gidip tedavi oluruz. Kulağın var olma amacı işitmektir, eğer işitme fonksiyonunu yerine getiremezse doktora gidip tedavi oluruz. Cinsel dürtülerin var olma amacı ise üremektir, eğer bu dürtüler kişiyi beraber üreyemeyeceği kişilere yönlendiriyorsa bu dürtüler bozuktur ve tedavi edilmelidir. Hatta biyolojik olarak bakarsak eşcinsellik ensestten bile anormaldir, zira ensest ilişki en azından verimli döl üretebilir.

Bir de “genderfluid” denen sapıklar türedi ki bunlar günün farklı saatlerinde farklı cinsiyetten oluyorlarmış (!). Örneğin sabahları kendilerini kadın gibi hissettiklerinden sabahları İngilizcedeki “she” zamirini, akşamları da kendilerini erkek gibi hissettiklerinden akşamları “he” zamirini talep ediyorlar. Daha da komiği Batı’da son zamanlarda kendilerini insan hissetmeyen ve türünü değiştirmek isteyen şahıslar bile türedi. Bu şahıslar cinsiyet değiştirebilmenin meşruluğunu örnek göstererek tür değiştirebilme hakkı istiyorlar ve kendilerini insan yerine hayvan veya bitki olarak tanımlıyorlar. Bu insanlar kendilerine özel zamir kullanılmasını bile istiyor, İngilizce’deki “he, she, it” zamirleri onları karşılayamıyormuş (!). Bunlara karşı çıkmak ise liberaller tarafından yobazlık, gericilik olarak adlandırılıyor. Bir insan herhangi bir suç işledikten sonra “ben kendimi insan gibi değil hayvan gibi hissediyorum, bu yüzden hayvanlara nasıl ceza vermiyorsanız bana da ceza vermeyin.” dese bunun hukuki açıdan kabul edilebilir tarafı olur mu? Aynı şekilde başka bir erkekle evlenmeye çalışan bir adam “Bu evlilik normal bir evliliktir çünkü ben kendimi kadın gibi hissediyorum.” dese bunun hiçbir geçerliliği olamaz. Duygular gerçekleri değiştiremez, Allah bizi belli bir cinsiyette insan olarak yaratmıştır ve bunun dışındaki hiçbir iddianın ehemmiyeti yoktur, bunun dışında şeyler iddia edenler sadece kendilerini aldatmaktadırlar. Madem insanın ne hissettiği gerçeği değiştirecek kadar önemli, o zaman ben de dünyanın en akıllı insanı olduğumu hissediyorum, bu yüzden bütün liberaller söylediklerimi kabul etmeli!

İslami toplumlarda çoğu mekânda kadın ve erkek bölümü birbirinden ayrılır ki insanlar namuslarını koruyabilsin. Batılı toplumlardaki hassasiyet bu kadar keskin olmasa bile yine umumi tuvaletler, hapishaneler ve öğrenci yurtları gibi mekânlar kadın ve erkek için çoğunlukla ayrıdır. Peki, bu ayrımı yaparken eşcinselleri / transseksüelleri nasıl hesaba katacağız? Öğrenci yurdunda bu insanları hemcinslerinin bölümüne yerleştirsek yurt arkadaşlarına istek duyarlar, karşı cinsin bölümüne yerleştirsek yurt arkadaşları tarafından arzulanırlar. Pratik açıdan baktığımızda toplumdaki haremlik/selamlık yapıyı koruma konusunda de eşcinsel / transseksüellerin varlığı başlı başına bir sorundur. Ayrıca bu insanlar kendilerine ilgi duymayan bir cinsiyete ilgi duymaktadır. Eşcinsel bir erkek başka bir erkeğe istek duysa, aşık olsa ondan hiçbir karşılık göremeyecektir çünkü aşık olduğu kişi sadece kadınlara istek duymaktadır. Bu durum asıl eşcinseller için büyük bir ıstıraptır, onları sürekli karşılıksız aşklar ve istekler yaşamaya mecbur bırakır. Biseksüellerin de sağlıklı bir ilişki yaşaması zordur, zira eşleri tarafından her durumda ve her ortamda kıskanılırlar. Eşinin biseksüel olduğunu bilen bir erkek, eşinin kendisini bayan arkadaşlarıyla aldatmadığına nasıl emin olacak? Eşini hem erkeklerden hem bayanlardan kıskanan birisinin sağlıklı bir ilişki yürütebilmesi mümkün mü?

Eşcinsellik sağlık açısından da çok tehlikelidir. Amerika’da HIV teşhisi konulan insanların 67%’si eşcinsel veya biseksüel erkeklerdir[6], bu eşcinsel nüfusunun toplam nüfusa oranının düşüklüğünü düşündüğümüz zaman korkunç bir rakam. Eşcinsellerin cinsel yolla bulaşan hastalıklara çok sık yakalanmasının en önemli nedeni anal sekstir. Anal seks en tehlikeli seks çeşididir ve anal seks yaparken HIV kapma olasılığı vajinal sekse göre otuz kat daha fazladır[7]. Anüs cinsel birleşme için yaratılmış bir organ değildir ve bakteri doludur. Bu organı cinsel birleşme için kullanmak esnekliği sağlayan kaslara da zarar verebilir ve bu kişinin dışkısını tutamamasına sebep olur. Eşcinsel erkeklerin cinsel yolla bulaşan hastalıklara bu kadar sık yakalanmasının bir diğer sebebi de çok sayıda kişiyle çok kez beraber olmalarıdır. Cinsel yönden erkeklerden daha seçici ve tek eş eğilimli olan kadınlar heteroseksüel ilişkilerde erkekleri frenler, kadınların bu fıtratı erkeğin istedikleri herkesle beraber olmalarına mâni olur. Homoseksüel ilişkilerde ise iki taraf da erkek olduğu için iki taraf da diğerini frenlemez, böylece eşcinsel erkekler yüzlerce faklı partnerle sık sık beraber olur. Bu da doğal olarak cinsel yolla bulaşan hastalıkların yayılmasına davetiye çıkarır.

Bazı insanlar mutasyon sonucu çift cinsiyetli doğabiliyorlar, bundan dolayı iki cinsiyetin de biyolojik özelliklerine sahip olabiliyorlar. Bu biyolojik bir hastalıktır ve bu durumdaki insanlar bizim konumuz değildir. Bizim eleştirdiğimiz eşcinsellik ise hormonal veya genetik bir etken sonucu ortaya çıkmış değildir, tamamen psikolojik bir eğilimdir. Bir insanın cinsel hormonları eksikse pek cinsel istek duymaz, aseksüel olur. Ancak karşı cinse ilgi duyması söz konusuysa bunun içinde psikolojik etkenler var demektir, hormonlarla açıklanamaz. Eğer eşcinsellik genetik olsaydı eşcinsellerin toplam nüfusa oranının her devirde neredeyse aynı olması beklenirdi, lakin vaziyet böyle değil. Aşağıdaki grafik Amerika’da kendini LGBT olarak tanımlayan insanların oranının farklı yaş gruplarına göre dağılımını gösteriyor. Grafikte gözümüze direkt olarak çarpan şey eşcinselliğin genç Amerikalılar arasında yaşlı Amerikalılara göre çok daha fazla yaygın olduğu gerçeği. Bunun sebebi çok açık: Yaşlı Amerikalılar genç Amerikalılar kadar LGBT propagandasına maruz kalmadılar çünkü LGBT propagandası Amerika’da son 30-40 yılda zirve yaptı. Yani yakın tarihte LGBT propagandasının miktarı ile LGBT mensubu oranı tam tamına doğru orantılı. Bu istatistik şu hakikati çok açık bir biçimde gözler önüne seriyor: İnsanları eşcinsel yapan şey toplumun ta kendisidir ve eşcinsellik doğuştan gelmez. LGBT bireylerinin sayısı her sene artıyor. Artış bu hızda devam ederse yakın bir gelecekte toplumun çoğunluğunun LGBT bireyi olma olasılığı hiç de uzak değil. Toplumun çoğunluğunun LGBT bireyi olması demek toplumun çok ciddi bir kısmının çocuk yapmaması demektir ki böyle bir toplumun nüfusunu koruyabilmesi imkânsızdır.

bottom of page