top of page

MEDYA YALANLARI

Devletimizin insanlara sunduğu yalanlar tabi ki sadece geçmişe dair değildir, günümüze dair pek çok durum ve olay da bilhassa hükümete yakın medya kuruluşları tarafından çarpıtılarak halkımıza sunulmaktadır. Şimdi bu yalanlardan bazılarına göz atalım:
 

Medya Yalanı: Türk halkının refah seviyesi yükselmektedir.


Bir ülkedeki refah seviyesini en objektif şekilde ölçen parametre “kişi başına düşen milli gelir” değeridir. Bu değer, ülkedeki bütün ekonomik aktivitelerin toplam değerinin nüfusa bölünmesiyle bulunur. Türkiye’de kişi başına düşen milli gelir değeri 2013 yılından beri ciddi şekilde azalmıştır ki halkımızın alım gücündeki düşüş bunu kanıtlamaktadır. Piyasadaki maaşlar dolar bazında sürekli azalmaktadır ki bu alım gücünün düşüşü anlamına gelmektedir (Unutmayın ki maaşlarımız dolar bazında sabit kalsaydı bile alım gücümüz düşmüş olurdu çünkü dolar da zamanla değer kaybedip enflasyona uğruyor, alım gücümüzü korumamız için maaşlarımızın dolar bazında artmış olması lazımdı.) Türkiye ekonomisi dünya sıralamasında da son yıllarda gerileme trendindedir ki bu ülkemizin yaşadığı ekonomik sorunların global olmadığını, bize mahsus olduğunu gösterir. Türkiye ekonomisini bu denli zayıflatan iç ve dış faktörlerin başlıcaları şunlardır:  Hukuksuzluk, liyakatsizlik, yargıya güven sorunu, yolsuzluk, rüşvet, torpil, terör, pek çok yabancı ülkeyle lüzumsuz yere ilişkiyi bozma, plansız ve zayıf eğitim sistemi, yanı başımızdaki savaşlar, mülteci krizi… Bu faktörlerin bir kısmı elimizde olmayan dış etkenlerden kaynaklanıyorken bir kısmı ise hükümetimizin başarısız politikalarından kaynaklanmaktadır.


Peki, sürekli yaşlı dedelerden duyduğumuz geçmişteki yağ ve gaz kuyruklarının artık olmaması hükümetin bir başarısı mı? Bu yaşlı dedelerin ve onlar gibi düşünen pek çok insanın akıllarının almadığı bir hakikat var: Bir insanın refah seviyesinin zamanla artması, çoğunlukla teknolojik gelişmelerden ve kendi para kazanma becerisinin zamanla artmasından kaynaklanmaktadır. Teknoloji sürekli olarak geliştiği için zaman ilerledikçe mevcut işler daha verimli olarak yapılabilmekte, bu yüzden refah seviyesi ve ekonomi otomatik olarak yükselmektedir. Ayrıca insanlar, genellikle yaşları ilerledikçe mesleklerinde daha üst konumlara çıktıklarından dolayı daha yüksek gelire sahip olmaktadır ki bu da refah seviyelerinde bir artışa tekabül etmektedir. Bu da demek oluyor ki ortalama bir insanın refah seviyesinin zamanla artması; mevcut hükümetin başarılı yönetiminden değil, teknolojik gelişmelerden ve mesleğindeki ilerlemeden kaynaklanmaktadır. Bu basit faktörlerin farkında olmayan insanlar sürekli geçmişteki halleriyle günümüzdeki hallerini karşılaştırırlar ve aradaki iyileşmeyi yanlışlıkla siyasi yönetimin başarısına atfederler.


Burada şunu da görmek gerekir ki AK Parti hükümetinin iktidara geldiği 2002 yılından beri teknoloji, insanlık tarihinde hiçbir zaman olmadığı kadar hızlı şekilde ilerlemiştir. İnternet devrimi, cep telefonu devrimi ve yapay zekâ devrimi büyük oranda 2002 yılından sonra gerçekleşmiş ve dünyayı bambaşka bir yer hâline getirmişlerdir. Bundan dolayı yukarıda bahsetmiş olduğumuz teknoloji faktörü, 2002 yılından beri hem Türkiye’nin hem de dünyanın gelişmesine ciddi katkı sunmuştur. Günümüz refah seviyesinin 2002 öncesinden daha iyi olmasını bir başarı olarak sunmak bir aldatmacadır; zira hemen hemen bütün ülkeler, günümüzde 2002 öncesinden çok daha yüksek bir refah seviyesine sahiptir.


Bir diğer nokta da günümüzle karşılaştırmak için bilinçli olarak en kötü dönemin seçilmesidir. Karşılaştırma yapılırken neden 2012 yılı değil de 2002 yılı temel alınıyor? Neden son seçimin olduğu yıl olan 2018 yılı temel alınmıyor? Günümüzdeki bakan ve milletvekillerinin hemen hemen hiçbiri 2012 öncesinde görevde değildi, bu yüzden 2012 öncesine ait bir başarıdan pay çıkarmaları söz konusu olamaz. Günümüzdeki bakan ve milletvekillerinin çoğu 2018 itibariyle göreve başladıkları için günümüzle karşılaştırmamız gereken en makul yıl 2018 yılıdır. Türkiye’nin günümüzde refah seviyesi olarak 2018 yılından daha kötü bir vaziyette olduğu ise yadsınamaz bir hakikattir.

Medya Yalanı: Türkiye'ye gelen mültecilerin çoğunu kadın, çocuk ve yaşlılar oluşturmaktadır.


Bu yalanı bilhassa Suriye iç savaşının ilk yıllarında hükümete yakın medya kuruluşları tarafından sık sık dinledik. Bu medya kuruluşları uzun bir süre ekranlarda sadece kadın, çocuk ve yaşlı mültecileri gösterdiler; zira bu insanların savaşta savunmasız durumda olması halkımızın mültecileri sempatiyle kabullenmesini sağlayacaktı. Lâkin medyanın yarattığı bu algının apaçık bir yalan olduğunu hem resmi rakamlar hem de sokaktaki vaziyet gösteriyor. Resmi rakamlara göre Suriye’den, Afganistan’dan, Pakistan’dan, Irak’tan ve Afrika’dan gelen göçmenlerin büyük çoğunluğu genç erkeklerden müteşekkil. Kayıt altına alınmamış kaçak göçmenlerin de çoğunluğunun bu gruptan olduğunu düşünürsek mülteciler arasındaki genç erkek oranının resmi rakamlarda gösterildiğinden bile daha fazla olduğunu rahatça söyleyebiliriz.


Rakamlar şu hakikati yüzümüze vuruyor: Savaşabilecek durumda olan genç erkekler bizim ülkemize gelmişken bu insanların savunmasız akrabaları, savaşın ve kaosun göbeğinde terk edilmiş. Bir erkeğin ülkesindeki bir savaşa bilfiil katılmamasını ve savaşan taraflardan hiçbirini desteklememesini anlayışla karşılarım. Lâkin kendi annesini, kız kardeşlerini, eşini tehlikeli bir savaşın ortasında bırakıp başka bir ülkeye kaçmasını anlayışla karşılayamam, bilakis çok bencilce bulurum.


Bizim Türkiye Cumhuriyeti olarak göçmen kabul etme koşulumuz nedir? Eğer sadece savaş bölgelerinden gelen insanları kabul ediyorsak Irak, İran, Pakistan, Afrika gibi savaş olmayan yerlerden gelen mültecilerin bizim ülkemizde işi ne? Eğer “Savaş olmasına gerek yok, ekonomisi kötü olan ülkelerden gelen herkese kapımız açık” diyorsak bunun sınırını nasıl çizeceğiz? Eğer ekonomik sebeplerden dolayı gelenlere bile kapımızı açacaksak insanlık uğruna Afrika ve Hindistan’daki milyarlarca insanı Türkiye’ye dolduralım. Kulağa ne hoş geliyor değil mi?


Osmanlı İmparatorluğu çok uluslu bir yapıya sahip olduğu için bir türlü birlik olamadı ve parçalandı. Ardından ülkemiz Cumhuriyetle beraber tek millet kavramına nihayet ulaşmışken bu göçmen politikasıyla beraber yeniden eskiye dönüyoruz, çok uluslu bir ülke yaratıyoruz. Hâlbuki zaten genç nüfusu fazla olan ve ucuz iş gücüne sahip bir millet olarak göçmenlere hiç ihtiyacımız yok. Üstelik ülkemize geçmişi bilinmeyen pek çok niteliksiz adam girerken kendi mühendislerimiz, doktorlarımız, bilim adamlarımız ülkeyi terk ederek geleceklerini başka ülkelerde kurmaya çalışıyor. Hükümetimiz ise göçmen sorununu çözmek bir yana dursun böyle bir sorun olduğunu bile kabullenmiyor.

 

bottom of page