FOSİLLER EVRİMİ Mİ DESTEKLİYOR?
Fosil konusu hem yaratılışçıların hem de evrimcilerin sahiplendiği ve kendi görüşlerine kanıt olarak sunduğu bir konu. Ben, yaratılışçıların “Hiçbir ara fosil bulunamadı, demek ki evrim yok” argümanını da evrimcilerin “Fosiller evrimi destekliyor” argümanını da mantıklı bulmuyorum. Fosiller somut birer nokta gibidir, bu noktaları soyut bir şekilde birleştirmek size kalmıştır. Bu noktaları evrimciler bile birbirinden farklı birleştirip farklı görüşler öne sürmüşlerdir. Örneğin bugün ayakları olan ve denizin dibinde tutunarak yürüyebilen balık türleri vardır, milyonlarca yıl sonra günümüzü araştıran bir paleontolog bu balıkların fosillerine dayanarak kara canlıların 21. yüzyılda balıklardan evrimleştiği iddiasında bulunabilir. Bugün kanatları olan ve bir miktar uçabilen “uçan balık” türü yaşamaktadır. Milyonlarca yıl sonra bir paleontolog uçan balık fosillerine dayanarak kuşların 21. yüzyılda balıklardan evrimleştiği iddiasında bulunabilir. Bu iki iddia da yanlış olur, ancak bu iddiaları çürütecek bir delil bulunamaz. Binlerce yıl sonra arkeologlar bizim zamanımızı araştırsa bir deprem sonucu evcil köpeğiyle beraber gömülmüş bir insanın kemiklerini köpeğininkiyle karıştırabilir, bu iki fosili aynı canlıya ait sanarak eski devirlerde insanların köpeğe benzer özelliklere sahip olduğunu iddia edebilir. Binlerce yıl sonra bir arkeolog New York’u kazıp kalıntılarını bulsa insanlığın 21. yüzyılda çok ileri bir medeniyet olduğunu düşünür, lakin bir Afrika kabilesinin kalıntılarını bulsa insanlığın 21. yüzyılda son derece ilkel olduğunu düşünür. Görüldüğü gibi fosiller ve arkeolojik buluntular hakkında kesin yorumlar yapmak neredeyse imkânsızdır.
Allah, Kuran’da hangi canlıları hangi sırayla yarattığını bildirmez, bu yüzden fosillerin yaratılışla çelişmesi gibi bir durum olamaz. 500 milyon yıl öncesine ait insan fosili bulunsa, üç yüz yıl öncesine ait bir dinozor fosili bulunsa, hatta toprağın altından ejderha fosili bile çıksa bu yaratılışın öğretileriyle çelişmez. Aynı durum evrim teorisi için geçerli değildir, fosil kayıtlarında evrim görüşüne zıt tek fosil bile çıkması evrim teorisini büyük bir zora sokar. Evrimciler doğaüstü hiçbir güce inanmadıklarından her şeyin açıklamasını yapmak zorundadır. Biz yine de Allah’ın “Hâkim” sıfatının tecellisiyle hikmetsiz ve amaçsız hiçbir iş yapmayacağını bildiğimizden fosil kayıtlarını şöyle değerlendirebiliriz:
a) “O, hanginizin daha güzel iş yapacağınızı denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstündür, bağışlayandır. (Mülk 2)” ayetinin de bize bildirdiği üzere bu dünya bir imtihan dünyasıdır ve bu dünya imtihana en uygun şekilde yaratılmıştır. İmtihan için imanın da küfrün de her devirde var olması gerekir. Eğer küfür olmasaydı herkes Allah’a inanır, imtihanın manası kalmazdı. Bu da dünyanın yaratılış gayesine ters düşerdi. Bundan hareketle diyebiliriz ki canlıların yaratılışı da bu imtihan sırrına uygundur. Eğer bütün canlılar çok kısa bir sürede ve aynı anda yaratılsaydı evrim teorisi diye bir şey olmaz, herkes Allah’a inanırdı. Bu durum Allah’ın gökten seslenmesinden farksız olup imtihanın mahiyetine ters düşerdi. Yani Allah’ın canlıları yaratılış şekli evrim teorisini “mümkün” kılmıştır. Allah, birçok ayette insanları düşünmeye ve düşünerek Allah’ın varlığını ve birliğini tasdik etmeye davet eder. Örneğin bir ayette: “Onlar ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler: 'Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın, Sen münezzehsin. Bizi ateşin azabından koru' (Âli İmran 191)” buyurulmuştur. Eğer canlılar evrimi savunmayı imkânsız kılacak şekilde yaratılsaydı düşünen-düşünmeyen herkes Allah’a inanır, düşünmenin ve tefekkür etmenin bir manası olmazdı. Bu konuda “Hadislerde Evrim Teorisi” isimli yazıma bakmanızda da fayda var, o yazıda Darwinizm’in sahip olduğu argümanların bir Ahir Zaman imtihanı olduğundan bahsetmiştim.
b) Canlıların yaratılışında hikmete aykırı hiçbir şey yoktur. Bütün canlılar tam ve mükemmel bir şekilde, yaşadıkları ortama uygun organlarla birden ortaya çıkmış ve birden ortadan kaybolmuştur. Bugün fosil kayıtlarına baktığımızda yaratılışında noksanlık bulunan hiçbir canlıyla karşılaşmayız. Canlılar kendileri için en uygun olan organlara, sistemlere, hatta karmaşıklık derecesine sahiptir. Mesela bakterilerin büyüklükleri ökaryot hücrelerin mitokondrileri kadardır. Bakterilerin protistler (ökaryot hücreler) kadar karmaşık bir yapıya ihtiyaçları yoktur, tam tersine daha basit bir yapıya sahip olmaları daha kolay bölünebilmelerini sağladığından onlar için bir avantajdır. Ayrıca canlıların yaratılış sırası da hikmete uygundur. Eğer önce çok hücreli canlılar yaratılmış olsa, o canlılar nasıl besin bulup yaşayacaktı? Mesela, toprak mikroorganizmalar barındırmıyorken yokken çiçek nasıl yaşayacaktı? Çimenler olmadan koyun kuru dağ ve taşın içinde neyle beslenecekti? Bitkiler ve hayvanlardan önce insan yaratılacak olsa idi, ne yiyecekti? [1] Yavru dünyaya gelmeden Allah onların annelerinin göğsünde sütü hazır ettiği gibi, ilk yaratılışta da, her bir varlığın yaşaması için uygun ortam hâsıl olunca Allah o ortamda yaşayabilecek canlıları meydana getirmiştir. Allah’ın geçmişte dinozorlar gibi devasa büyüklükte canlılar yaratmış olması da günümüzde petrol-doğalgaz gibi fosil kaynaklarının oluşmasını sağlamıştır. Eğer geçmişteki canlılar da bugünküler kadar küçük olsaydı bugün fosillerin bize sağladığı ciddi bir yarar olmazdı. Diğer taraftan eğer günümüzde dinozor gibi büyük ve yırtıcı bir tane bile tür var olsaydı bu doğal dengenin altüst olmasına yol açar ve insan da dâhil çoğu canlının dünyada barınmasına izin vermezdi. Bu Allah’ın her canlıyı uygun zamanda yarattığının bir kanıtıdır. Tarihte hiçbir zaman bir türün diğer türleri tamamen domine etmesi/ yok etmesi söz konusu olmamıştır, Allah’ın yarattığı doğal denge buna izin vermemiştir. İleride belki teknoloji gelişince nesli tükenmiş canlıların DNA’larını genetik bilimi ile kopyalayarak onları yeniden yaratabiliriz, nesli tükenmiş canlıların bir hikmeti de bu olabilir.
c) İnsanlar dünya tarihinin çok çok büyük bir kısmına şahit olmamış, aynı zamanda kâinatın da büyük bir kısmını hiç görmemişlerdir. O zaman bunlar boşa mı yaratılmıştır? Tabi ki de hayır. İnsan akıl sahibi tek mahlûk değildir. Kâinatın her zaman her köşesinde melekler bulunmaktadır ve bu akıl sahibi melekler daima Allah’ın yaratılışını övüp Allah’ı tesbih etmektedir. Aynı zamanda yine akıl sahibi olan cinler insandan önce yaratılmışlardır ve sayıca insanlardan çok daha kalabalıklardır. Dünya dışında yaşayan akıllı uzaylıların var olduğuna dair de Kuran’da birtakım işaretler vardır. Yani kâinat hiçbir zaman akıl sahibi mahlûklardan mahrum olmamıştır ve olmayacaktır, bu yüzden hiçbir şeyin boşuna yaratılması gibi bir durum söz konusu değildir.
Cennet o kadar büyüktür ki hadislerde her bir cennet ehline Dünya’nın birkaç misli büyüklükte mülkler verileceği müjdelenir. Bu kadar büyüklüğü belki 1400 yıl önce yaşamış bir insan hayal edemezdi, ancak biz evrenin büyüklüğüne bakarak cennetin büyüklüğünü hayal edebiliyoruz. Yine bir hadiste cehennem ateşinin Dünya’daki ateşten yetmiş kat daha şiddetli olduğu ifade ediliyor. Bunu belki 1400 yıl önce yaşamış bir insan hayal edemezdi ancak günümüzde bazı yıldızlarda bu kadar güçlü ateşlerin var olduğu keşfedildi. Evrende bizim dışımızda hiçbir şey olmadığını farz etsek bile sırf evrenin bize öğrettikleri, evrenin Allah’ın Aziz ismini bize göstermesi ve kendimizi çooook küçük hissettirip kibrimizi yenmemizi sağlaması onun bu kadar büyük ve ihtişamlı yaratılması için yeterli sebeplerdir.
Aynı zamanda insanlar eski çağlara şahit olmasa bile bilim sayesinde bu çağlar hakkında birçok bilgiye ulaşabilir. Mesela dinozorları hiç görmememize rağmen –ki zaten aynı devirde yaşasaydık bize yaşama hakkı tanımazlardı – fosiller sayesinde onların müthiş tasarımına şahit oluyor ve bu tasarımlarını takdir ediyoruz. O devire ait bulgulara bakarak o devirde yaşamış kadar oluyoruz. Beraber yaşamamızın mümkün olmadığı canlıları Allah bizden önce yaratmış ve bizim için fosil şeklinde korumuş, bizi onları araştırmaya teşvik ediyor: “De ki: Yeryüzünü gezin de bakıp görün, Allah nasıl yaratmaya başlamıştır; sonra Allah ahiret hayatını da meydana getirecektir; şüphe yok ki Allah'ın her şeye gücü yeter. (Ankebut 20)” Dünya aslında okunmayı bekleyen bir kitap gibidir, onu araştırmadığımız sürece hiçbir değeri yoktur.
d) Bulunan canlı fosillerin dış etkenlerle değiştirilip değiştirilmediği de muammadır, yani fosiller direkt olarak canlının genetiğini yansıtmaz. Bilim adamları eski dönemlere ait bazı insan kafataslarının çocukken dış etkenlerle şekillendirildiğini söylemektedir[2]. Örneğin Hunlar daha korkunç görünmek için çocuklarının kafataslarını sivriltir ve o şekilde büyümelerini sağlarlardı. Tıpkı yakın bir geleceğe kadar Çinlilerin kadınların ayaklarını küçücük ayakkabılar kullanarak büktükleri ve bunu bin yıl boyunca sosyal bir norm haline getirdikleri gibi. Aynı zamanda birçok kez özellikle kemikleri etkileyen hastalıklar –ki bunlar eskiden çok yaygındı- canlının yapısını DNA’sında kod edildiğinden farklı gösterir. Fosillerin yer altındaki basınç ve baskıyla şekil değiştirmeleri de mümkündür. Dış etkenleri de hesaba kattığımızda fosillerin bize güvenilir bilgiler vermesi gerçekten zor görünüyor.
Yaşayan fosillere verilebilecek diğer meşhur örnek ise Coelacanthlardır. Bu canlı türü yaklaşık 410 milyon yıldır mevcuttur lâkin 410 milyon yıllık fosilleriyle günümüzdeki hâli arasında görünür bir fark yoktur.
[1] "Allah Neden Ilk önce Bakteriler Sonra Biraz Daha Kompleks Canlılar Sonra Bitkiler Ve Bu şekilde Basitten Komplekse Doğru Gidecek şekilde Canlıları Yaratmıştır?" Sorularla Evrim. N.p., n.d. Web. 31 Jan. 2015.
[2] Colin Barras. "Why Early Humans Reshaped Their Children's Skulls." BBC. N.p., 14 Oct. 2014. Web. 03 July 2016.
[3] Desk, Express Web. “Newly-Discovered Fossil Footprints in Greece May Challenge Theory of Human Evolution.” The Indian Express, 2 Sept. 2017.
[4] "Skull of Homo Erectus Throws Story of Human Evolution into Disarray."Theguardian. N.p., 18 Oct. 2013. Web. 1 Feb. 2015.
[5] "Kambriyen Patlaması." Vikipedi. N.p., n.d. Web. 01 Feb. 2015.
Şunu da unutmamak gerekir ki Nuh tufanında büyük bir genetik kayıp yaşandı ve insanlığın gen havuzu azıcık sayıda insana indi. Belki de tufan öncesinde çok farklı fiziksel özelliklere sahip insanlar vardı ancak genetik özellikleri tufan ile tamamen yok oldu, gelecek nesillere aktarılamadı. Kuran, bize Nuh tufanından sonra gelen kavmin Nuh aleyhisselamın kavminden yaratılışça üstün olduğunu bildiriyor. Bu üstünlüğün mahiyetini bilmesek de Nuh tufanının insanların genetik yapısına ciddi bir etkisi olduğunu söyleyebiliriz. “Sizi uyarmak için içinizden bir adam vasıtasıyla Rabbinizden size bir zikir (kitap) gelmesine şaştınız mı? Düşünün ki O sizi, Nuh kavminden sonra onların yerine getirdi ve yaratılışta sizi onlardan üstün kıldı. (Araf Suresi 69)”
Iwo Eleru
Nijerya’da bulunan bu insan fosilleri 13,000 yıl öncesine ait olmasına rağmen çok daha eski insanların özelliklerine sahip. Evrimciler Homo Erectus’’un neslinin 200,000 yıl önce yok olduğu iddia ediyor ama 13,000 yıl öncesine ait olan bu fosiller Homo Erectus’a günümüz insanından daha çok benziyor. Tabi ki bu evrimcilerin bütün zaman çizelgesini altüst ettiğinden bu fosiller genellikle görmezden geliniyor.
Neandertaller
Neandertaller belki de evrimcilerin hakkında en çok masal yazdıkları fosillerdir. İlk başta Neandertallerin zekâsı maymun düzeyinde olan aptal bir canlı olduğunu, maymun gibi her tarafının kıllı olduğunu iddia ettiler, bunun her yerde propagandasını yaptılar. Sonra bu canlıların düşünüldüğünden daha zeki olduğunu anladılar, Homo Sapiens kadar olmasa da belli bir zekâ seviyesinin üstünde olduğunu kabul ettiler. Şimdi de evrimciler Neandertaller ile Homo Sapiens arasında zekâ ve beceri olarak hiçbir fark olmadığını kabul ediyorlar. Daha da garibi artık Neandertaller ile Sapienslerin birbirleriyle karıştığına inanılıyor, hâlbuki tür tanımına göre farklı iki tür birbiriyle verimli döl üretemez. Demek ki Neandertalleri Sapiens’ten farklı bir tür görmek bile yanlış, Neandertaller Homo Sapiens içindeki bir ırk sadece. Biz bilimsel bilginin değişebileceğine itiraz etmiyoruz, ancak ortada hiçbir kanıt yokken aynı fosiller üzerine sırf hayal gücüne dayanarak masallar yazılmasına itiraz ediyoruz. Neandertallerin beyin büyüklükleri Homo Sapiens’ten bile fazla olmasına rağmen bu canlıların yıllarca aptal olarak gösterilmesi neden?
Kambriyen Patlaması
Evrim teorisi aşamalı bir gelişme ve çeşitlenmeyi savunduğundan canlı türü sayısındaki ani artışlar bu teori için çok büyük bir problem oluşturur. Şimdi türlerin nasıl çeşitlendiği sorusunu evrimci bir kaynaktan okuyalım: “Kambriyen patlaması, Kambriyen dönemin başlangıcında (yaklaşık 542 milyon yıl önce) Dünya'daki canlı çeşitliliğinde yaşanmış ani artıştır. Patlamadan kasıt canlı sayısındaki hızlı artıştır. İlk canlıların ortaya çıkışı olan 3.6 milyar yıl öncesinden, 542 milyon yıl öncesine kadar geçen yaklaşık 3 milyar yıllık bir süreçte - ki bu süre Dünya tarihinin yaklaşık %67'sini kapsar - Dünya'daki canlı çeşitliliği mikroskobik boyuttaki tek hücreli canlılardan öteye geçememiştir. Fakat 542 milyon yıl öncesinden itibaren canlı çeşitliliğinde hızla bir artış yaşanmaya başlamıştır. Kambriyen'in başlangıcından sonraki 50 milyon yıl (Dünya tarihinin %1.1'i) içerisinde günümüzdeki filumların (hayvan şubelerinin) neredeyse hepsi bu kısa zaman diliminde ortaya çıkmıştır.”[5] Görüldüğü gibi canlı şubelerinin hemen hemen hepsi 50 milyon yıl gibi Dünya tarihi ile karşılaştırıldığında çok çok kısa bir dönemde ortaya çıkmıştır. Bu dönemden önce çok basit çok hücreliler dışında bütün canlılar tek hücreliydi. Kısacık bir dönemde karmaşık canlı türleri “atasız” olarak birden ve hızlı bir şekilde ortaya çıkmışlardır. Bu kadar hızlı bir çeşitlenmenin “evrim” görüşüyle uyuşmadığı aşikârdır.
Yaşayan Fosiller
Yaşayan fosiller, günümüze kadar nesli tükenmemiş canlı türlerinin mâziye ait fosilleridir. Yaşayan fosiller milyonlarca yıllık olmalarına rağmen günümüzdekilerden farklı değillerdir. Evrimciler bu fosillerden bahsetmekten mümkün olduğunca kaçınırlar. Yaşayan fosillere birçok örnek gösterebiliriz ama biz birkaç tanesiyle yetinelim. Soldaki 450 milyon yıllık bir “atnalı yengeci” fosilidir, sağdaki ise günümüzdeki atnalı yengecidir. Evrimciler insanın maymun benzeri canlılardan evriminin sadece birkaç milyon yılda gerçekleştiğini iddia eder. Eğer birkaç milyon yılda bile bu kadar büyük bir değişim yaşanabiliyorsa 450 milyon yıl boyunca bu canlıda gözle görülen bir değişiklik olmaması evrimcileri zora sokan bir sorudur.
e) Evrimciler sırf canlı türlerini sınıflandırarak bile fosillerde önemli sıçramalar olduğunu itiraf etmiş oluyorlar. “X türü şu yıllar arasında var oldu” demek bile o türü halef ve seleflerinden ayıran önemli farklılıkların olduğunu itiraf etmektedir. Evrim canlıların yavaş yavaş ve aşama aşama geliştiğini iddia eder, eğer bu tip bir gelişme varsa canlı türlerinin yaşadıkları süreleri kesin çizgilerle belirtmek nasıl mümkün olabilir? Her tür aşama aşama başka bir türden gelmiş ve aşama aşama başka bir türe dönüşmüşse türlerin yaşam periyotlarını kesin çizgilerle belirlemek mümkün olmaz. Bir örnek verecek olursak “ ‘1, 2, 3, 4, 5, 6’ sayılarından hangileri büyük sayılardır?” diye bir soru sorsak buna herkes farklı cevap verebilir çünkü büyük sayı olmanın kesin bir sınırı yoktur. Bazıları “6” der, bazıları “5 ve 6” der, bazıları “4, 5 ve 6” der. Lakin, “ ‘1, 2, 3, 60, 61, 62’ sayılarından hangileri büyük sayılardır?” diye sorsak hemen hemen herkes “60, 61 ve 62” cevabını verir. Arada bir sıçrama olduğunda bu sayıları ayırmak ve sınıflandırmak daha kolay olur, aşama aşama ve küçük miktarda büyüme olduğunda ise bunları sınıflandırmak zorlaşır ve anlamsızlaşır. Biyologlar ve evrimciler de özellikle tarihi canlıları sınıflandırarak fosillerdeki sıçramaları bir nevi itiraf etmiş oluyorlar.
Tamamen Türkler tarafından yazılmış bir dünya tarihi kitabına ne kadar güvenirsiniz? Hele hele bu tarih yazarı Türklerin en üstün millet olduğuna hiç şüphe etmiyorsa... İnsanlık öncesi dünyayı araştırmak da aslında bir tarih yazımıdır. Bugün maalesef bu tarihi yazanların büyük kısmı evrime koşulsuz şartsız inandığından bu tarih son derece taraflı yazılmaktadır. Evrimciler ne zaman oluşturdukları evrim ağacını altüst eden bir fosil bulunsa onun için yepyeni –çoğunlukla saçmasapan- bir masal uydurup teorilerini ayakta tutmaya çalışırlar. En son Girit’te bulunan bir fosil evrim teorisinin temellerinden biri olan insanların Afrika’da evrimleştiği tezini sarstı, insanın atası olduğu iddia edilen canlının Afrika’dan önce Girit’te var olduğu görüldü.[3] Şüphe yok ki yakında bunun için de bir masal yazarlar. Evrimciler sürekli yaptıkları sahte çizimlerle ve belgesellerle de insanlara evrim propagandası yapar, hiçbir dayanağı olmayan öznel iddiaları bilimsel gerçek gibi sunarlar. Konuyla ilgili hiçbir bilgisi olmayan insanlar da bunlara aldanarak evrimin her şeyi açıkladığına inanır. Hatta biyolojiyle ilgili hiçbir bilgisi olmayan insanların bile çoğu kez koyu bir evrim savunucusu olduğuna şahit olunmuştur. Evrimcilerin ünlü fosil sahtekârlıklarından bazıları şunlardır:
Piltdown Adamı
Piltdown adamı fosili 1912’de bulunduğunda müthiş bir yankı uyandırdı ve insanın evrimindeki kayıp halka olduğu propagandası yapıldı. 1953'te Piltdown Adamı'nın bir sahtekârlık eseri olduğu kesinlikle ortaya kondu: kafatası modern bir insana, çene kemiği ise bir orangutana aitti. Kafatası, eski görünmesi için bir demir çözeltisine ve kromik aside batırılmıştı. Bu hadise bilim tarihinin en büyük sahtekarlıklarından biri olarak kabul edilmektedir.
Nebraska Adamı
Evrimciler, 1922 yılında bulunan bir dişe dayanarak Nebraska Adamı diye bir tür uydurdu ve bunu yıllarca insanın evrimindeki kayıp halka olarak sundu. Sadece bu dişe dayanarak onlarca çizim yapılmış, bu türün modern insanın atası olduğu iddia edilmiştir. Sonuç evrimciler için vahimdir: Bu bulunan diş bir domuza aittir ve insanlar ile uzaktan yakından hiçbir alakası yoktur. Bilimin herhangi bir konuda yanılması kadar doğal bir şey yoktur ancak bunca çizimin ve propagandanın sadece tek bir dişe dayanarak yapılması yanılma değil sahtekârlıktır.
Ulaş Ailesi
2005 yılında Türkiye’de dört ayak üzerinde yürüyen bir aile keşfedildi. Bu aile evrimcileri çok ilgisini çekti, evrimciler bu ailenin bir ters evrim örneği gösterdiğini ve hala içimizde saklı olan maymunumsu genleri ifşa ettiğini söylediler. Evrimciler bir süre bu aileyi evrimin büyük bir delili olarak sundular, hatta BBC bu ailenin hayatını konu alarak evrim propagandası yapan bir belgesel film çekti. Ancak sonradan aile fertlerinin beyninde denge sistemini etkileyen bir hastalık olduğu anlaşıldı ve konunun ters evrimle hiçbir alakası olmadığı kanıtlandı. Zaten ailenin yürüyüş biçimi de maymunlarınkine benzemiyordu; duruş şekilleri ve ellerini yere basma biçimleri maymunlarınkinden farklıydı. Bu aile hasarlı olan denge mekanizmaları yüzünden daha rahat dengede kalabilmek için bu şekilde yürümeye alışmışlardı.
Homo Cinsi
Bu aldatmaların sadece eskiye mahsus olduğunu düşünmeyin. Çok yakın zamanda bulunan Homo erectus fosili yine evrimcilere bir şok yaşattı. Bu fosil 1.8 milyon yıl öncesine aitti ve evrimcilere o dönemde Afrika’da yaşayan bütün Homo’ların Homo erectus türüne ait olduğunu gösterdi. Evrimcilerin iddiasına göre o dönemde Homo rudolfensis, Homo gautengensis, Homo ergaster ve Homo habilis türleri de yaşamalıydı. Hâlbuki bu yeni Homo erectus fosilinin ortalama bir Homo erectus’la arasındaki fark diğer dört türün ortalama bir Homo erectus’la arasındaki farktan fazlaydı.[4] Sonuç gayet açık: Evrimciler, insanın evrimi senaryosundaki kayıp halkaları kapatmak ve Australopithecus cinsinden Homo cinsine gelirken yaşanan uçurumu daha makul kılmak için bu ikisi arasında yaşadıkları varsayılan Homo rudolfensis, Homo gautengensis, Homo ergaster ve Homo habilis türlerini uydurmuşlardır, hâlbuki bu dört türe ait olduğu iddia edilen fosillerin hepsi Homo erectus fosilidir. Bugün de insanlar arasında bariz farklar olmasına rağmen (örneğin pigmelerin boyu 1.5 metreyi aşmazken ortalama 1.9 boyunda olan milletler vardır) bütün insanlar Homo Sapiens türüne ait görülür. Tür içinde çeşitlilik dediğimiz şey birçok kez evrimciler tarafından yanlış anlaşılıp aynı türden olan ancak farklı özellikler gösteren bireyler farklı tür olarak gösterilmiştir. Bugün yaşayan farklı insan ırklarının fizyolojisinde de (kafatası şekli de dâhil) belirli farklar vardır. Eğer bugün Nikolai Valuev isimli Rus boksörün fosili bulunsaydı evrimciler onu Neandertal’e benzeyen farklı bir tür olarak görürdü ki aslında o da bizim gibi Homo Sapienstir.