top of page

TÜRKİYE'DE KADINA ŞİDDET VE KADIN CİNAYETLERİ

Türkiye’de son yıllarda kadın cinayetleri ve kadına şiddet olgusu sıkça karşımıza çıkan bir gündem maddesi hâline geldi. Bu durum zamanla marjinal feminist örgütler tarafından istismar edilmeye uygun bir zemin oluşturdu ve bu örgütler, kendi radikal ideolojilerini kadına şiddeti engelleme bahanesiyle topluma sızdırma yoluna girdiler. Feminist ajendaya medyanın olayları çarpıtarak sunma çabası da eklenince kadınlar üzerinde bir korku ortamı oluşturuldu, Türkiye’de toplumun ve devletin kadın düşmanı olduğu fikri bilhassa gençler arasında yayıldı. Kadınlar bu ülkede yaşamaktan nefret eder hâle geldi, genç kızlar evlilikten korkmaya başladı. Bu sebepledir ki bu konuyu hamasetten uzak şekilde değerlendirip makul çözüm yolları bulmak elzem oldu.
 

İddia: Türkiye'de kadınlara yönelik bir soykırım var.


Maalesef bu ifadeyi medyada çok kez işittim. Bu ifadeyi kullanan şahıslar “soykırım” kelimesinin ne kadar ağır bir ifade olduğunun farkında değiller. Öncelikle şunu söylemek gerekir ki dünyada hiçbir zaman suç ve şiddet sıfırlanmayacak, en iyi hukuk sisteminde bile bu tarz olaylar meydana gelecek. O yüzden kadına şiddeti sıfıra indirme hedefi gerçekçi bir hedef değildir. Türkiye’de 80 milyondan fazla insan yaşıyor, bu insanların yüzde biri bile kötü kalpli olsa bu neredeyse bir milyon insana tekabül ediyor. Yani bu ülkenin yüzde biri bile psikopat ise bu suç işlemeye meyilli bir milyon insanın aramızda dolaştığını gösterir. Hâl böyleyken bu kadar büyük bir ülkede şiddetin ve cinayetin varlığı şaşırtıcı bir şey olmamalı.

Peki bu oran hangi seviyeye vardığında tehlike çanları çalıyor demektir? Bunun için tabi ki de bilimsel bir kaide yok, yine de başka ülkelerdeki kadın cinayeti oranlarıyla karşılaştırmak bize iyi bir fikir verebilir. İstatistik bilimini kullanıp diğer ülkelerle karşılaştırdığımız zaman Türkiye’deki kadın cinayeti sayılarını aşağıdaki gibi özetleyebiliriz. Kullanılan verilere buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz:

  1. ) Türkiye’deki kadın cinayeti oranı (bir yılda öldürülen kadın sayısının toplam kadın sayısına oranı) dünyadaki ortalama kadın cinayeti oranının yarısından daha az. Bu demek oluyor ki Türkiye kadınlar için dünyanın geri kalanına göre daha güvenli bir ülke.

  2. ) Türkiye’deki kadın cinayeti oranı ABD’deki kadın cinayeti oranının yarısından daha az, Bu demek oluyor ki Türkiye kadınlar için ABD’den daha güvenli bir ülke.

  3. ) Türkiye’deki kadın cinayeti oranı Batı Avrupa ülkelerinin bazıları ile eşit seviyede, bazılarından ise bir tık fazla seviyede. Yine de arada çok bir fark olduğunu söyleyemeyiz.

  4. ) Türkiye’de kasti olarak öldürülen erkek sayısı kasti olarak öldürülen kadın sayısının dört katından daha fazla. Bir diğer tabirle Türkiye’de erkek cinayeti kadın cinayetinden en az dört kat daha büyük bir sorun. Ayrıca Türkiye’de kadınların ortalama ömrü 81.3 yıl iken erkeklerin ortalama ömrü 75.9 yıl, yani Türkiye’de kadınlar erkeklerden daha uzun yaşıyor.

  5. ) İslam hukukunun hüküm sürdüğü yerlerde kadın cinayeti oranı diğer ülkelerden çok daha düşük. İlginçtir ki kadın hakları konusunda en çok eleştirilen ülkelerden biri olan Suudi Arabistan, dünyada kadın cinayeti oranının en düşük olduğu yerlerden biri.


Matematik bilen hiç kimsenin inkâr edemeyeceği bu beş hakikat, medyanın ve feminist derneklerin bize sunduğu senaryonun baştan sona çarpık olduğunu gösteriyor. Türk medyası, bir kadın hangi sebepten öldürülmüş olursa olsun bu cinayeti “kadın cinayeti” olarak adlandırıyor ve diğer cinayetlerden farklı bir kategoride değerlendiriyor. Lâkin eğer maktul kişi erkek ise bu cinayete “erkek cinayeti” denmiyor, insanlara başka bir isim altında sunuluyor. Güya kadın-erkek eşitliğini savunan zavallılar ölen kişi erkek olunca suspus oluyor, bunu gündem etmeye dahi tenezzül etmiyor. Bir yandan eşitliği savunuyorlar, diğer bir yandan erkeğin canını daha değersiz görerek kendileriyle çelişiyorlar.

Medyayı takip ederken daima şu hakikati aklımızda bulundurmamız lazım: Medya kaideyi değil istisnaları haber yapar. Medyadaki haberler istisna oldukları için insanlara ilginç gelmekte ve haber olarak sunulmaktadır. Mesela hiçbir zaman akşam haberlerinde “Bugün Türkiye’nin 99.99%’u sorunsuz güzel bir gün geçirdi” diye bir haber duymayız, günü sorunlu geçen 0.01%’in haberlerini duyarız. Kadın cinayetlerinin haberlerde yer etmesi de aslında bunun bir kaide olmadığını, çok küçük bir istisna olduğunu gösterir.

 

İddia: Kadına şiddetin temel sebebi İslami/muhafazakar toplum yapısıdır.


Bu iddia da İslami aile yapısının kadına şiddetten direkt olarak mesul olduğunu savunuyor. Muhafazakâr dünya görüşünün kadına biçtiği rol pek çok konuda eleştirilebilir, lâkin kadına şiddetin muhafazakâr aile yapısından dolayı var olduğunu iddia etmek bir cehalettir. Şiddet, dünya kurulduğundan beri bir çözüm yolu olarak kullanılmaktadır ve fıtrat gereği güçlü tarafından güçsüze uygulanmaktadır. Bu durum hayvanlar âleminde de böyledir, dünya siyasetinde de böyledir, aile içinde de böyledir. Erkekler kadınlardan genellikle daha güçlü oldukları için ev içi şiddet genellikle erkekler tarafından uygulanır. Dünya kurulduğundan beri işleyen bu düzen İslamiyet tarafından getirilmemiş, tam tersine İslamiyet tarafından düzenlenip sınırlandırılmıştır.


İslami bir toplum yapısında kadın cinayetlerinin artmasını değil, bilakis azalmasını bekleriz. Aşağıdaki sebepler bu yargıya delil olarak sunulabilir:

  1. ) İslami bir toplumda pek çok dindar erkek Allah ve cehennem korkusundan dolayı eşlerini öldürmeye tenezzül etmez. Ateist bir toplumda ise insanların somut bir ahlak anlayışı olmadığından bu tarz cinayetleri işlememek için ahlaki bir sebepleri olmaz.

  2. ) İslam şeriatında cinayetin cezası kısas olarak idam edilmektir. Eğer Türkiye’de İslam şeriatı hüküm sürseydi pek çok erkek sırf idam cezasından korktuğu için eşini öldürmekten kaçınırdı. Günümüzdeki lâik sistemde ise maalesef neredeyse hiçbir suçun caydırıcı bir cezası yoktur, pek çok kez suçluların yaptıkları yanlarına kâr kalmaktadır. Günümüzde kadın cinayetlerini istismar eden lâik feminist örgütler genellikle idam cezasına karşı çıkmakta ve idam cezasını sırf Avrupa değerlerine aykırı olduğu için ilkellik olarak saymaktadır. Hâl böyleyken bu insanların kadın cinayetlerine karşı etkili bir çözümü olabilir mi?

  3. ) Pek çok erkeğin eşine şiddet uygulamaktan kaçınma sebebi eşinin ailesinden (babasından, erkek kardeşlerinden, amcalarından vs) korkmasıdır. Kadına şiddet genellikle ailesi ile küs olan, arkasında bir aile olmayan kadınların başına gelmektedir. İslami toplum yapısının temeli aile olduğu için pek çok kadının arkasında ailesi olmuş olur ve sırf bu sayede bile o kadın şiddetten korunmuş olur. Batılı toplum yapısı ise çok daha bireyselcidir, aile kavramı zayıftır. Kız çocuklarının erken yaşta ailelerinden uzaklaşıp onlardan bağımsız bir hayat sürmeleri çok sık rastlanan bir durumdur. Bu yüzden Batılı toplum düzeninde kadınlar, şiddete karşı daha korumasızdır.

  4. ) Kadına şiddetin en önemli sebeplerinden birisi de alkol ve uyuşturucudur. Erkekler bu maddeleri kullandıktan sonra eşlerine şiddet uygulamaya daha meyilli hâle gelmektedirler. Yapılan bir araştırmaya göre alkol ve uyuşturucu problemi olan erkeklerin partnerlerine şiddet uygulama ihtimali, diğer erkeklere göre en az altı kat daha fazladır.[1] Zaten Türk medyasında gördüğümüz kadına şiddet olaylarında da alkol ve uyuşturucu bağımlısı erkeklerin öne çıktığına şahit oluyoruz. İslami bir toplumda dinde haram sayılan bu maddelerin kullanımı azalacağı için kadına şiddetin de azalması beklenir.


Görüldüğü gibi yukarıdaki dört faktör İslami toplumlarda kadına şiddeti ve kadın cinayetlerini azaltır. Zaten istatistiksel olarak İslam hukukunun hüküm sürdüğü yerlerde kadın cinayeti oranının diğer ülkelere nazaran çok daha düşük olduğunu önceden de göstermiştik. Bununla beraber tabi ki de bu olaylar sıfırlanmaz, hiçbir düzen ve hukuk sistemi suçu sıfıra indiremez.
 

İddia: AK Parti döneminde kadına şiddet çok fazla arttı.


Aile içi şiddet genellikle iki kişi arasında kaldığı için bunu dışarıdan bakarak ölçümlemek neredeyse imkânsız. AK Parti döneminde kadına şiddetin artıp artmadığına dair elimizde somut bir veri yok. Lâkin AK parti dönemindeki şu faktör ev içi şiddetin görünürlüğünü ciddi bir biçimde arttırdı: sosyal medya kullanımı. Sosyal medyanın yaygınlık kazanması çok yakın bir tarihte oldu, ancak 2010’dan sonra herkes tarafından kullanılan bir platform hâline geldi. Sosyal medya kullanımı ile beraber pek çok insan maruz kaldıkları şiddeti bu platformlardan paylaşmaya ve bu durumu gündem haline getirmeye başladı. Yani AK Parti döneminde kadına şiddet artmadı, sosyal medya sayesinde daha görünür oldu.
 

İddia: Kadına şiddetin tek sebebi ve suçlusu erkeklerdir.


Bütün kadına şiddet olaylarını tek bir kategoriye alıp aynı şekilde değerlendirmek doğru değil. Bazılarında bütün suç erkeğe ait iken bazılarında kadınların da suçtan ciddi bir payı olabiliyor. Kadınların bu olaylardaki en meşhur iki hatası şunlardır: yanlış eş seçimi ve saplantılı sevgi. Partnerlerinin şiddete meyilli olması bir güç belirtisi olduğundan bu durum bazı kadınların hoşuna gidiyor, hatta partnerleri başka kişilere şiddet uygularken bundan gurur duyuyorlar. Lâkin bu şiddetin bir gün kendilerine de yöneleceği gibi basit bir çıkarımı yapamıyorlar veya yapmak istemiyorlar. Kadınların ikinci hatası ise düzenli ve ağır seviyede şiddete maruz kalmalarına rağmen eşlerine duydukları saplantılı sevgiden dolayı eşlerini bırakamamaları. Burada aklımıza ilk gelen isim eski arabesk şarkıcısı Bergen. Bergen, önce eşi tarafından yüzüne kezzap dökülerek tek gözünü kaybetti. Buna rağmen kocasına olan sevgisinden vazgeçmedi ve yine onunla beraber oldu. En sonunda kocası onu silah ile vurarak hayattan kopardı.
 

İddia: Türkiye'de kadın olmak zor, erkek olmak kolay.


Türkiye’de erkeklerin cinayete (ve muhtemelen şiddete) kadınlara nazaran daha çok maruz kaldığını verilerle göstermiştik. Türkiye’de erkeklerin üzerinde maddi ve manevi olarak da kadınlara göre daha büyük bir yük var. Türkiye’de erkekler zorunlu olarak askerlik yapmakla yükümlü ve pek çok erkek, hayatlarının baharında askerlik yaparak canlarını tehlikeye atmakta. Eğer bedelli askerlik yapmayı tercih ederlerse yaptıkları birikimi devlete vermek zorunda kalmaktalar. Kendileriyle aynı yaştaki kadın arkadaşları kazandıkları parayı biriktirirken erkekler bu paralarını bedelli askerlik ismiyle devlete vermekteler. Kültürümüzde yemek ısmarlamaktan tutun ev/araba satın almaya kadar ailenin bütün maddi harcamaları da çoğunlukla erkeğin üzerine binmektedir. Daha da kötüsü süresiz nafaka diye bir yükümlülükten dolayı erkekler onlarca yıl önce boşandıkları eşlerine bile düzenli olarak nafaka verebilmektedir. Türkiye’de muhtelif alanlarda kadınlara pozitif ayrımcılık yapılmaktadır. Mesela Türkiye’nin en büyük holdingi olan Koç Holding, şirketlerine benzer niteliklere sahip bir kadın ve bir erkek işe alım için başvuru yaptığı zaman kadını önceleyeceklerini açıklamıştı. Yani Koç Holding, liyakati bir kenara bırakıp cinsiyet üzerinden ayrımcılık yapıyor ve bu rezaleti bütün ülkeye “modernlik” adı altında sunuyor.
 

İddia: Türkiye'de taciz olayları cezasız kalıyor.


Taciz olgusu işin fıtratı sebebiyle ceza ile önlenebilecek bir olgu değildir. Zira taciz olaylarının çok büyük kısmında ortamda sadece sanık ve şikâyetçi bulunmaktadır, şikayetçi kişi kendi iddiasına bir delil veya şahit getiremez. Ortada bir delil veya şahit yokken sırf kadının ithamı ile de bir erkek cezalandırılamaz. Hukuk sistemine göre bir kişi suçu ispatlanmadığı müddetçe masumdur, ve lev ki gerçekten suçu işlemiş olsun. Eğer “kadının beyanı esastır” diyerek kadınlara delil getirmeden soruşturma hakkı verirsek bu durum korkunç bir silaha dönüşür, pek çok kadın sevmediği kişilere duyduğu kinden dolayı onları bu şekilde itham ederek itibarlarını zedelemeye çalışır. Sonuç olarak Türkiye’de taciz olaylarının cezasız kalması işin fıtratının bir sonucudur, kanun yetersizliğinden kaynaklanmamaktadır.

Peki taciz olayları ceza ile kolay kolay engellenemiyorsa nasıl engellenebilir? Tabi ki tedbir alarak engellenir. Kadınların tesettürlü giyinmesi, uzun yolculuk yaparken tek başına olmamaya çalışması, kadın ve erkeğin bir arada bulunduğu ortamlardan kaçınılması bu tedbirlerden bazılarıdır. İslam dini bütün bu tedbirleri ihtiva ederek tacize karşı en sağlam toplum mekanizmasını oluşturmuştur. Tabi ki İslami toplumlarda da taciz olayları sıfıra inmez, lâkin sayıları gündem oluşturmaya değmeyecek kadar az olur.

 

İddia: Hükümetin İstanbul Sözleşmesinden çıkma sebebi kadına şiddeti ve kadın cinayetlerini önlemek istememesi.


Kadın cinayetlerinin çözümünün İslam olduğunu, Batı kaynaklı ve feminist kafayla atılmış adımların sorunu daha da derinleştireceğini şimdiye kadar anlamış olmanız lazım. Bu sorunu feminist zihniyetle çözmeye çalışmanın en meşhur örneği İstanbul Sözleşmesidir. Ne var ki bu sözleşme kadın cinayetlerini engelleyememekle kalmamış, bilakis imzalandığı günden beri artışına sebep olmuştur.

Türkiye Cumhuriyetinin İstanbul Sözleşmesinden çekilmesi kadına şiddeti serbest bıraktığı anlamına gelmemektedir. Şiddetin kime yönelik olursa olsun bir suç teşkil ettiği ve cezalandırılması gerektiği zaten anayasamızda yazılıdır. İstanbul Sözleşmesi, kadına şiddeti engelleyecek hiçbir somut öneri getirmemesinin yanı sıra iki tane feminist/LGBT terimini kadına şiddeti bir kalkan olarak kullanarak devletlerin gündemine sunmuştur: toplumsal cinsiyet ve cinsel yönelim.

Toplumsal cinsiyet terimi feminizmin temel dayanak noktalarından birisidir. Feministlere göre biyolojik olarak bizim algıladığımız bir biçimde bir cinsiyet kavramı yoktur; günümüzde cinsiyetlere atfedilen bütün özellikler toplumlar tarafından uydurulmuş özelliklerdir ve fıtrata dayanmamaktadır. Feministler, kadın ve erkek arasındaki bütün farkları gerekirse zorla yok ederek tamamen cinsiyetsiz bir dünya oluşturmayı hedeflemektedir. Kadın ve erkek arasındaki bütün farkları “toplumsal cinsiyet” olarak adlandırırlar ve bunu kendilerine düşman olarak görürler. İstanbul Sözleşmesinin de toplumsal cinsiyet kavramını hedef göstermesi feminist ideolojiyle yazıldığını göstermektedir.
 
Hakikatte ise Allah, insanları kadın ve erkek olarak iki cinsiyet halinde yaratmış ve bu iki cinse birbirini tamamlayan özellikler bahşetmiştir. Toplumumuzda kadın ve erkek arasında var olduğu düşünülen farkların bazıları uydurma olsa da pek çoğu bu iki cinsiyetin biyolojik farklılıklarına doğrudan ya da dolaylı olarak dayanmaktadır. Feministlerin cinsiyetsiz toplum hayali fıtrata aykırıdır, Allah eğer cinsiyet diye bir şeyin olmasını istemeseydi bizi eşeysiz üreyen canlılar olarak tek cins halinde yaratırdı. Kadın ve erkek birleşip bir aile kurarak birbirlerinin eksiklerini tamamlar ve aralarındaki iş bölümü sayesinde iki tarafın da hayatı kolaylaşmış olur. Bu konu hakkında daha detaylı bilgiyi “Modern Batılı Akımlara Karşı İslam Medeniyeti” yazımda bulabilirsiniz.

İstanbul Sözleşmesi’nin kadına şiddeti engelleme maskesiyle sunduğu bir diğer terim ise “cinsel yönelim” terimidir. Bu sözleşme; eşcinsellik, ensest, pedofili, zoofili, nekrofili gibi pek çok cinsel sapkınlığı kapsayabilen bir terim olan cinsel yönelim terimini normalleştirip meşrulaştırmaktadır.

Burada şöyle bir itiraz getirilebilir: İstanbul Sözleşmesinin özüne bakmak yerine neden iki tane sorunlu terime odaklanılıyor ve sırf bu terimler yüzünden bütün sözleşme çöpe atılıyor? Buna cevap olarak şu misal verilebilir: Devletler çoğu zaman terör örgütleri gibi gayri resmî oluşumları resmi olarak tanımış olmamak için onlarla anlaşma yapmaya çekiniyorlar; zira mevcut bir oluşum, bir devlet ile anlaşma yaptığı zaman resmi olarak tanınmış oluyor ve büyük bir itibar kazanıyor. Aynı durum İstanbul Sözleşmesindeki “toplumsal cinsiyet” ve “cinsel yönelim” kavramları için de geçerli. Türkiye Cumhuriyeti bu sözleşmeyi imzalayarak bu iki sorunlu terime itibar kazandırmış oldu, lâkin sonradan bu hatadan dönülerek sözleşme feshedildi.

Benim AK Parti hükümetini kadın cinayetleri konusunda en fazla eleştirdiğim konu, kadına şiddete karşı caydırıcı cezalar getirmemiş olmasıdır. Lâkin bu sorun sadece kadına şiddete yönelik değil, diğer bütün suçlara yönelik de söz konusu. Ülkemizde pek çok insan, suçu kanıtlanmasına rağmen yeterli ceza almıyor ve kısa bir süre sonra hapisten çıkıp aynı suçu tekrar işliyor. Hukuk sistemimiz suçlara hak ettikleri cezayı vermediği müddetçe bu ülkede tam anlamıyla huzur ve emniyet olmayacak.


 
[1] Shaw, Danny. “Men with Alcohol Problems 'Six Times More Likely to Abuse Partner'.” BBC News, BBC, 23 Dec. 2019, www.bbc.com/news/uk-50887893.

 

bottom of page