Batı’nın Maskesini Düşüren Hadise: İsrail – Filistin Savaşı
- Doğanay

- 17 Ağu
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 18 Ağu
Artık insanlığın ve insan haklarının fazlasıyla ilerlediğini zannettiğimiz bir dönemde hepimizin gözleri önünde bir soykırım gerçekleşti, bu soykırımı işleyen taraf ise ne yazık ki bizzat insan haklarının merkezi olduğunu iddia eden Batılı ülkelerin ta kendisiydi.
Filistin’deki soykırım sadece İsrail tarafından işlenmedi; İsrail’e koşulsuz şartsız destek veren, arkasında duran, maddi ve askeri yardımlar yapan, İsrail’in İran gibi üçüncü ülkelere saldırmasına alkış tutan başta ABD, İngiltere, Almanya ve İtalya olmak üzere Batı dünyasındaki pek çok devlet bu soykırıma ortak oldu. Bu ülkelerin hepsi medya güçleriyle İsrail’in saldırılarını meşrulaştırdılar, Netanyahu ve İsrail’i eleştiren gazetecileri ve sivil çalışanları bile işten atıp fişlediler, üniversitelerde soykırım aleyhinde protesto yapan öğrencileri okullarından uzaklaştırdılar, başta Harvard rektörü Claudine Gay olmak üzere Filistin protestolarını yeterince sert bastırmayan rektörleri uzaklaştırıp yerlerine İsrail yanlısı rektörler getirdiler, sosyal medyada İsrail’i eleştiren içerikleri sansürlediler, kendi halklarının ödedikleri vergileri kendilerinden bile daha zengin olan İsrail devletine peşkeş çektiler. Bir tane İsrailliye taş atıldığı zaman kıyameti koparan bu ülkeler on binlerce sivil Müslümanın katledilmesine alkış tuttular.
İsrail-Filistin savaşında İsrail devletinin yaptıkları beni şaşırtmadı, zira bu devlet kurulduğundan beri çok küçük olan topraklarını genişletmeye çalışan emperyalist bir devletti. Gazze’yi işgal edip oranın insanlarını kendi vatandaşı yapmaya kalksa kendi nüfusu içindeki Arap oranı artmış olacak ve Arap azınlığın İsrail siyasetindeki etkisi artacaktı. Bu yüzden İsrail’in genişlemek için yapabileceği tek şey başta Gazze olmak üzere bütün Filistin’e kendi nüfusunu yerleştirip oradaki yerel halkı bir şekilde öldürmek veya sürgün etmekti. Bu politikayı 7 Ekim saldırısı öncesinde yavaş yavaş ve sinsice yapıyordu, 7 Ekim saldırısı ise bunu apaçık soykırım şeklinde yapma bahanesini vermiş oldu.
Söylediğim gibi dini fanatizm üzerine kurulu İsrail devletinin bu yaptıkları kendi kimliğiyle uyumlu olduğu için beni şaşırtmadı. Beni asıl şaşırtan şey Batılı devletlerin İsrail’e karşı güçsüzlüğüydü. Siyonist lobinin Batı’da etkili olduğunu önceden de biliyordum, lâkin bu lobinin Batı’yı tamamen esir alıp kontrol edecek kadar güçlü olduğunu ben de bilmiyordum. Batı’nın demokrasi ve düşünce özgürlüğü konusunda ikiyüzlü olduğunu önceden de biliyordum, lâkin kendi çıkarlarına ters düşen fikirleri duyduklarında içlerinden Kuzey Kore çıkacağını ben de bilmiyordum. Batılı liderlerin ülkelerinin haklarını savunamayan zayıf liderler olduklarını önceden de biliyordum, lâkin bu liderlerin Siyonist lobiden aldıkları rüşvet uğruna kendi halklarının zar zor ödediği vergileri İsrail’e peşkeş çekecek kadar yolsuzluğa batmış olduğunu ben de bilmiyordum. Küçüklüğümüzden beri Batı’nın kendisi hakkında medya gücüyle yarattığı olumlu algı İsrail-Filistin savaşında yerle bir oldu, bu hepimizi ciddi şekilde hayal kırıklığına uğrattı.
Bugün ABD’de ABD’yi eleştirmek yasak değilken İsrail’i eleştirmek kağıt üstünde olmasa bile fiilen yasak. ABD’deki senatörlerin hemen hemen hepsi İsrail destekçisi bir lobi olan AIPAC’ten rüşvet alıyor ve bunu gizlemiyorlar, bu rüşvetten dolayı da hemen hemen her konuda İsrail lehine oy veriyorlar. ABD’nin sağlık sistemi yerlerde sürünüyor, metrolarında klima bile yok, havalimanları eski, sokaklarında fareler ve evsiz insanlar cirit atıyor… Bütün bu sorunları çözmek için tek kuruş para ayırmayan ABD’li yöneticiler her sene ülkenin çok büyük miktarda parasını karşılıksız olarak İsrail’e veriyorlar, kendilerinden daha müreffeh olan İsrail halkının sömürge valisi gibi çalışıyorlar. Kukla liderlerle ABD'yi arka planda yöneten Siyonist lobi her geçen gün yeni bir skandala imza atıyor: örneğin bu yazıyı yazdığım günlerde Tom Alexandrovich isimli İsrailli yetkili, ABD'de çocukları taciz ederken yakalandığı hâlde sırf İsrailli olduğu için hiç ceza almadan serbest bırakıldı. Dürüst olmak gerekirse 2025 ortasından itibaren bazı Avrupa devletleri kendi halklarından gelen baskıya daha fazla dayanamayarak daha tarafsız bir politikaya yöneldi, İngiltere’de ise seçimle gelen yeni hükümet eski hükümetin katı İsrail destekçisi tutumunu bıraktı. Şu ana kadar bu değişim sadece söylem olarak kalsa ve icraata dönüşmese de yine bu durum doğru yolda bir adım oldu. ABD ve askeri anlamda tamamen ABD’ye bağımlı olan Almanya ise hâlâ bütün gücüyle İsrail’e destek vermeye devam ediyor.
ABD ve Avrupa’nın 7 Ekim’den beri takip ettiği politika şunlara sebep oldu:
Batı dünyasının zayıflığı ve iki yüzlülüğü ifşa olduktan sonra Rusya ve Çin gibi alternatif ülkelere karşı sempati artmış oldu. Bilhassa Ortadoğu ülkelerinin önümüzdeki dönemde Rusya ve Çin’e daha çok yakınlaşacağını düşünüyorum.
Türkiye gibi ülkelerde rejim daha otoriter hâle geldi, zira demokrasinin beşiği olarak görülen Batı ülkeleri bile bu süreçte iyice otoriterlermişken hem dünyada hem de Türkiye’de demokrasi hassasiyeti azalmış oldu. Bu saatten sonra ABD veya AB’nin Türkiye’ye demokrasi eleştirisi getirecek yüzü kalmadı, bunu da Türkiye hükümeti fırsat olarak görüp iyice otoriterleşti.
Türkiye de dahil Ortadoğu ülkelerinde Batıcı akımlar ciddi darbe aldı ve prestij kaybına uğradı. Deva Partisi gibi Batıcı partilerin oy oranları sıfıra indi, Yeniden Refah Partisi gibi Batı karşıtı partiler oy oranlarında sıçrama yaşadı. Özgür Demirtaş gibi tamamen Batı’nın argümanlarını papağan gibi tekrarlayan bir figür bile bir süre sonra söylediği şeylerin savunulamayacak kadar saçma olduğunu fark edince artık gündem hakkında hiç yorum yapmama kararı aldı.
AK Parti de son dönemde Batı dünyası ile yakınlaşma dönemine girdiği için İsrail’e karşı güçlü ve etkili bir duruş sergileyemedi, İsrail’e karşı duruşu sadece lafta kalıp somut icraata dönüşmedi. Bu da AK Parti’nin hem prestijine hem de oy oranlarına zarar verdi, yandaş medya tarafından pohpohlanan Türkiye’nin “ümmetin lideri” olduğu algısını söndürdü. Erdoğan Batılı liderler gibi kukla olmadı, lâkin bu savaşta oyun kurucu ve öncü pozisyonda da olamadı.
Türkiye’de mezhepçilik yapan ve sürekli Şiilere düşmanlık besleyen tayfa da ciddi zarar gördü, zira İsrail’e karşı Sünni devletlerin hepsi sessiz kalırken sadece Şii devlet ve gruplar mücadele etti. Şii İran ve Hizbullah, Zeydi mezhebindeki Husiler (Zeydiler tam anlamıyla Şii değildir, Şiiliğin Sünniliğe en yakın versiyonudur) İsrail’le savaşırken Sünni devletler ya tamamen sessiz kaldı ya da Ürdün’ün yaptığı gibi İsrail’i askeri olarak korumaya çalıştı. Hâl böyleyken sürekli Şiileri kötüleyerek bölücülük yapmak isteyen mezhepçilerimizin de haksız olduğu görüldü.
Belki de en önemlisi bu savaş, bizim gençlerimizin kafasındaki o idealleştirilmiş Batı algısını yerle bir etti. Yaşça büyük insanlarımız geçmişte şahit oldukları hadiselerden ötürü Batı’nın iki yüzlülüğünü zaten iyi biliyorlardı; lâkin direkt Batı’nın kültürel hegemonyası altında globalleşen dijital dünyada doğup büyüyen gençlerimiz sürekli Batı propagandasına maruz kaldıkları için Batı’yı süper demokrasiye sahip, çok gelişmiş, güvenli, hiç yolsuzluk ve torpil olmayan, hiçbir sorunla boğuşmayan, neredeyse Cennet gibi bir yer olarak hayal ediyorlardı. Bu hayal dünyası içinde büyüyen gençlerimizin gerçek dünyaya dönmesini sağlayan belki de en önemli olay İsrail-Filistin savaşı oldu. Bugün Batılı ülkelerin pek çoğu dijitalleşme konusunda Türkiye’den daha geri, suç oranları bakımından Türkiye’den daha kötü durumunda, mülteci sorunu çoğunda dayanılmaz boyutlarda, (özellikle ABD’de) rüşvet ve yolsuzluk bütün sistemin temel dayanağı… Üstüne üstlük bu devletlerin liderleri hiçbir konuda bağımsız hareket edemiyor; son derece zayıflar ve kendi halklarından ziyade kendilerini o makamlara getiren güçlere hizmet ediyorlar. Bütün bunlara rağmen maalesef bazı gençlerimiz kendi ülkemizi en ufak hatasında bile yerden yere vururken Batılı ülkelere hiçbir konuda toz kondurmuyor, onlara karşı duydukları aşağılık komplekslerinden ötürü onların zulümlerine karşı kör oluyorlar. Müslümanlardan ölümüne nefret eden, Müslümanların hayatını İsrailli Yahudilerin hayatı yanında köpekten bile değersiz gören bu ülkelere göç edip ikinci sınıf insan olarak yaşama hayali kuruyorlar.



Yorumlar